Menü

ADS

21 Şubat 2014 Cuma

Tehcir Kanunu Hakkında Kısa Bilgi

Tehcir Kanunu: Birinci Dünya Savaşında Ermenilerin Anadolu’dan Suriye ve Irak’ın kuzeyine göç ettirilmesini sağlayan göç kanunudur. Yalnız günümüzde Ermeniler bu dönemde 1,5 milyon Ermeni’yi öldürdünüz diyerek haksız soykırım iddialarında bulunuyor. Bizim arşivlerimizi incelemek için herkese açtık gelin sizde arşivlerinizi açın soykırım iddiaları olmadığını tartışalım diyoruz yaklaşmıyorlar. İddiaların amacı Türkiye’nin dünya kamuoyunda itibarını sarsmak ve daha bazı topraklarımızda hak idia etmeleridir.

İttifak (Bağlaşma) Devletleri Nelerdir?

I. Dünya Savaşı öncesi dünyada çıkar çatışmaları ve sanayileşme ile beraber bir yarış ve sömürge yarışı başlamıştı. Buda zamanla ülkeler arasında gerginliğe yol açtı. Ve dünyada büyük bir savaş kaçınılmaz olmuştu.

Ülkeler iki ana gruba ayrılmıştı. Bunlar :

İtilaf (Anlaşma) Devletleri: İngiltere, Fransa ve Rusya (Sonradan; İtalya, ABD, Japonya, Romanya, Yunanistan)

İttifak (Bağlaşma) Devletleri: Almanya, Avusturya- Macaristan İmp. Ve İtalya (Sonradan; Osmanlı ve Bulgaristan)

** İtalya Savaş başlamadan önce İttifak grubunda İtilaf grubuna geçmiştir.

İtilaf (Anlaşma) Devletleri Nelerdir?

I. Dünya Savaşı öncesi dünyada çıkar çatışmaları ve sanayileşme ile beraber bir yarış ve sömürge yarışı başlamıştı. Buda zamanla ülkeler arasında gerginliğe yol açtı. Ve dünyada büyük bir savaş kaçınılmaz olmuştu.

Ülkeler iki ana gruba ayrılmıştı. Bunlar :

İtilaf (Anlaşma) Devletleri: İngiltere, Fransa ve Rusya (Sonradan; İtalya, ABD, Japonya, Romanya, Yunanistan)

İttifak (Bağlaşma) Devletleri: Almanya, Avusturya- Macaristan İmp. Ve İtalya (Sonradan; Osmanlı ve Bulgaristan)

** İtalya Savaş başlamadan önce İttifak grubunda İtilaf grubuna geçmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Eserleri Nelerdir?

Mustafa Kemal Atatürk’ün Eserleri : 

Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere bıraktığı en büyük eser Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bunun yanında yazılı eserleri de vardır. Bunlar :

1- Nutuk ( 1919-1927 yılları arasındaki olayları anlattığı eseridir )

2-Vatandaş İçin Medeni Bilgiler 3- Geometri kitabı

Atatürk’ün Çeşitli Özellikleri Ve Yönleri

Atatürk’ün Çeşitli Özellikleri Ve Yönleri:

Vatanseverliği: Ulusu için her şeyi yapmasıdır. “Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere canımı vereceğim.” Sözü buna örnektir.

İdealistliği: Hedeflerine ulaşmak için yılmadan çalışmaktır. Hedeflerinden vazgeçmemektir. M. Kemal’in en büyük hedefi milletine yararlı olmaktı. Bunu: “Hizmet edenler namus vazifelerini ifa etmiş olmaktan başka bir şey yapmamışlardır.” diyerek belirtmiştir.

İleri Görüşlülüğü: Geleceği doğru tahmin etmektir. İstanbul’da İtilaf donanmalarını görünce : “ Geldikleri gibi giderler.” buna örnektir.

Çok Cepheliliği (Yönlülüğü): değişik alanlarda bilgili ve etkili olmasıdır. M. Kemal iyi bir asker olduğu gibi iyi yönetici ve hukuk adamıdır.

Mantıklılığı: Yaptığı işlerde mantık kurallarına uymasıdır. Büyük ve gereksiz hayallere kapılmamaktır.

Gurura ve Ümitsizliğe Yer Vermemesi: Yaptıkları işlerle gururlanmaz. Kurtuluş Savaşını kazandığında “Savaşı Türk Milleti kazanmıştır.” demiştir. Zor durumlarda asla ümitsizliğe kapılmamıştır.

Hakikati Arama Gücü: Gerçekleri araştırmasıdır.

Yaratıcı Zihniyeti: Yeni fikirler ortaya koyabilmesidir.

Devrimcidir: Yeni oluşumlar sağlayabilmesi.

Akıl Ve Bilime Önem Vermesi: Atatürk akıl ve bilime her zaman öncelik vermiştir. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” demiştir.

Diğer Özellikleri: Barışçı Olması, Sabırlı ve Kararlıdır, Açık sözlüdür, Sanatseverdir, Disiplinlidir

Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı Öncesi görev Yaptığı Yerler Nelerdir?

M. Kemal’in Kurtuluş Savaşı Öncesi görev Yaptığı Yerler:

1- 31 Mart Vakasını bastıran Hareket Ordusunda Kurmay subaylık yaptı.

2- Trablusgarp Savaşı

3- Balkan Savaşlarında Gelibolu’da görev aldı. Bu görevi Çanakkale Savaşında bölgeyi tanıyarak başarılı olmasını sağladı.

4- Çanakkale Savaşı ( Askeri dehası ortaya çıktı. Anafartalar Kahramanı unvanı aldı)

5- Kafkasya ve Suriye Cephelerinde görev yaptı.

“İç tehdit unsurları” hangi başlıklar altında toplanabilir?

“İç tehdit unsurları” hangi başlıklar altında toplanabilir? Bu başlıkları örnekler vererek açıklayınız.
İÇ TEHDİT UNSURLARI


Yurdumuz, hem coğrafî konumu hem de jeopolitik durumu bakımından çok önemli bir yerdedir. Bu nedenle, çok eski zamanlardan beri yabancıların emelleri yurdumuz üzerinde olmuştur. Yurt toprağının korunması onun üzerinde yasayan ulusun basta gelen görevidir. Bir ulusun var olabilmesinin gerekli unsurları ise basta kültür olmak üzere dil, din, yurt, tarih ve ülkü birliğidir, iste bu özelliklerin, zayıflatılarak veya ayrılıklar yaratılarak bir ülkenin parçalanması ve yıkılması hedefleniyorsa buna iç tehdit denir.

İç tehdit unsurları; irtica, anarşi, terör, uyuşturucu madde kaçakçılığı ve ticaretidir. Bu unsurlar, ülkemizi bölmeyi ve yıkmayı amaçlamaktadır. 

İrtica, geriye dönmek anlamındadır. Osmanlı Devleti'nin yenileşme çabalarından itibaren başlayan irtica hareketleri, Türkiye Cumhuriyeti'nde artarak devam etmiştir. İrticaî faaliyetlerin amacı Türkiye Cumhuriyeti'nin lâik, demokratik yapısını değiştirerek yerine baskıya dayalı bir devlet kurmaktır. Devletimiz "Diyanet isleri Başkanlığı" aracılığıyla yurttaşların ibadetlerine yardımcı olmaktadır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurduğumuz çağdaş Türkiye'yi geriye götürme amacı taşıyan irticaî etkinliklerde bulunmak büyük yanlışlıklara ve olumsuz sonuçlara neden olabilir.

Dış güçler anarşi ve terör olaylarıyla demokrasinin sağladığı özgürlükleri, kötüye kullanmayı, ülke içinde karışıklık yaratmayı, ülkeyi yıpratmayı ve devlet otoritesini zayıflatmayı amaçlarlar. Bunun için de ulusal birlik ve beraberliği bozarak, halk üzerinde dehşet ve korku yaratarak halkı sindirme, gerçekleri kendi amaçları doğrultusunda değiştirme yoluna giderler. Halka ve devlet kuruluşlarına karşı saldırıda bulunurlar.

Ülkemizde yıkıcı ve bölücü unsurların hedefi; Türk Devleti'ni parçalamak, Atatürk ilkeleri doğrultusunda kurulmuş olan çağdaş anlayışı yıkarak yerine kendi görüşleri doğrultusunda bir düzen kurmaktır. Bu unsurlar, uyuşturucu madde kaçakçılığı ve ticareti yaparak bir ülkenin geleceği olan gençleri zehirlemeyi kendi hedefleri arasına almışlardır. 

Türkiye’nin AB’ye üye olmak istemesinin sebepleri neler olabilir?

Türkiye’nin AB’ye üye olmak istemesinin sebepleri neler olabilir? Açıklayınız.

Modern Avrupa, demokratik ve çağdaş kazanımların simgesi olarak görülmekte. Türkiye bu birliğe girerek bu kazanımları tam olarak elde etmeyi istemektedir. Bunun yanı sıra ticari ve ekonomik olarak da Avrupa birliğine girmiş bir Türkiye çok şey kazanacak, rüşdünü ispat edecek ve tüm dünyanın göz bebeği olacak gibi bir beklenti oluşmaktadır.

Bir ülkenin doğal kaynakları açısından zengin olması o ülkeye neler kazandırır?

Bir ülkenin doğal kaynakları açısından zengin olması o ülkeye neler kazandırır?

Yer üstü ve yer altı kaynakları bir ülkenin kendi kendine yetebilmesi, elinde bulunan kaynakları ticari açıdan değerlendirebilmesi, zenginleşmesi ve fakirlikten kurtulması anlamına gelir. Her açıdan bir ülkenin varlığı bu tarz kaynaklarının bolluğuna bağlıdır.

Özellikle günümüzde enerji kaynakları konusunda zengin olan ülkeler, maddi açıdan oldukça zenginleşebilmekte, stratejik olarak çok önemli bir nokta haline gelebilmektedir.

Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkiler?

Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkiler? Açıklayınız.

Orta doğu bizim de kısmen içinde bulunduğumuz bir coğrafyayı tarif etmektedir. Bu coğrafyada meydana gelen herhangi bir hareket, bizi de sosyal, siyasal ve ticari anlamda doğrudan etkilemektedir. Bir savaş durumunda en çok zararı biz görmekteyiz. Mesela şu an Suriye'de yaşanan gelişmeler sebebiyle bir çok mülteci ülkemizde yaşıyor, ticaretimiz sekteye uğruyor.

Enerji kaynaklarının ülkeler arasındaki sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkilere etkileri

Enerji kaynaklarının ülkeler arasındaki sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkilere etkilerini açıklayınız.

Günümüz dünyasında en önemli etkenlerden biri enerjidir. Sanayi, ulaşım ve diğer bir çok alanda enerji kullanılmaktadır. Enerjini olmadığı bir ülkenin kalkınması mümkün değildir. Bu sebepten dolayı da ülkeler bir çok politikasını enerji üzerine yapmakta ve hatta enerji için savaşmaktalar.

20 Şubat 2014 Perşembe

Su, petrol ve doğal gazın önemi ile ilgili bir araştırma

Su, petrol ve doğal gazın önemi ile ilgili bir araştırma

Kömür Dünyada en yaşlı bir şekilde bulunan, güvenilir aynı zamanda düşük maliyetlerle elde edilebilen temiz bir fosil yakıtıdır.

Kömür Dünya’da 50 den fazla ülkede üretilmektedir. Kömür rezervleri diğer fosil yakıtlar gibi (petrol ve doğalgaz) Dünya’nın belli bir bölümünde değil fakattüm dünyada yaygın bir şekilde bulunmaktadır.

Kömür kullanımı, depolaması ve nakliyesi açısından en emniyetli fosil yakıttır.

Endüstriyel ve diğer alanlarda elektrik enerjisinin rekabetçi fiyatlarla ve güvenilir olarak temini açısından, kömürün Dünyada yaygın bir şekilde bulunuşu ve bir çok ülke tarafından üretiliyor oluşu tedarikde güvenirliliği sağlamaktadır.

Temiz Kömür Teknolojileri kullanılarak günümüzde kömür tüm dünyada doğayı doğayı kirletmeden kullanılmaktadır.

Elektrik Enerjisi Üretiminde ucuz ve rekabetçi bir yakıt olması nedeniyle Dünya elektrik üretiminin yaklaşık % 40 ‘ ı kömürden karşılanmaktadır.

KÖMÜR NASIL OLUŞUR?

Tarih öncesi bataklıklarda toplanan bitki artıklarının değişime uğramasıyla, kömür oluşmuştur. Arz kabuğundaki tektonik hareketler sonucu, bu bataklıklar, silt ve diğer sedimanlarla birlikte derinlere gömülmüştür. Bu gömülme sonucu bitki artıkları yüksek sıcaklık ve basınca maruz kalarak kömüre dönüşmüştür. İlk olarak turba oluşmuş, sonradan linyit meydana gelmiştir.

Milyonlarca yıl sonra, sıcaklık ve basıncın etkisiyle linyitin kömürleşme derecesi yükselerek, yarı bitümlü kömürler teşekkül etmiştir. Zamanla bu süreçler devam ederek, kimyasal ve fiziksel bu değişikliklerin etkisiyle, sertleşmiş bitümlü kömür veya taşkömürü ortaya çıkmıştır. Kömürün değişimi devam ederek, son aşamada antrasit oluşmaktadır.

***************

Petrolün önemi

Petrolün faydaları arasında günümüzde en önemli kullanım alanı benzin yapımında kullanılmasıdır. Daha sonra gazyağı, asfalt, mürekkep, plastik, deterjan gibi günlük hayatımızın vazgeçilmez parçaları haline gelen pek çok farklı alanda kullanılır. Dünyada en çok petrol üreten ülkelerin başında Suudi Arabistan, İran, Rusya ve ABD geliyor.

Petrolün Oluşumu

Milyonlarca yıl önce denizlerle kaplı olan yerküre içerisindeki binlerce bitki ve hayvan artıklarının çürümesiyle yer tabanında birikmesi ve zaman içerisinde deniz sularının çekilmesiyle bu artıkların üzerinin kum ve toprakla kapanmış olabileceği ve daha sonra ise yerin altında oluşan sıcaklık ve basıncın etkisiyle petrolün oluşmuş olabileceği düşünülmektedir. Milyonlarca yıl süren bu oluşum sonucunda yerin altında sıkışan petrol, bazen yerkabuğundaki çatlaklardan dışarı çıkarak havuzları ve katran çukurlarını oluşturmakta bazen de yerin altındaki geçirgen tabakalarda birikerek rezervuar olarak adlandırılan yerlerde birikmektedir.

*************

Doğalgazın önemi

Dünyada, ama özellikle Avrupa piyasasında doğalgazın önemi gittikçe artıyor. Bunun çeşitli nedenleri var ama bunlardan en önemlisi, doğalgazın diğer tüm yakıtlara nazaran daha fazla çevre dostu olması ile birlikte doğalgaz haricindeki birçok enerji kaynağının rezervlerinin geleceğe yönelik kaygılar oluşturmasıdır.

Doğalgaz nasıl oluşur ?

Doğalgaz yerkabuğunun altında, belli jeolojik oluşumlarla  gerçekleşen, metan ve hidrokarbonlardan oluşan yanıcı, renksiz, kokusuz ve havadan hafif bir gaz karışımıdır. Kaynağından çıkarıldığı haliyle herhangi bir işlemden geçirilmeksizin kullanılabilmektedir.

Doğalgaz, milyonlarca yıl önce yaşamış bitki ve hayvan artıklarının zamanla yeryüzü kabuğunun derinliklerine gömülüp kimyasal dönüşüme uğraması sonucu oluşur.

SSCB’nin dağılmasının Türk dünyası açısından önemi nedir?

SSCB’nin dağılmasının Türk dünyası açısından önemi nedir? Belirtiniz.

SSCB’nin dağılması ile birlikte Türk dünyası bir çok devlete kavuştu. Çünkü Orta Asya Türk dünyası bağımsızlığına kavuşunca, bir çok devlet ortaya çıktı. Bu da Türk dünyasının gücüne güç kattı.

Yurdumuzun birlik ve beraberliğine zarar verecek faaliyetler karşısında neler yapmalıyız?

Yurdumuzun birlik ve beraberliğine zarar verecek faaliyetler karşısında neler yapmalıyız? Araştırınız.

birlik ve beraberliğine zarar verecek faaliyetler karşısında, her zaman bir ve beraber olmalıyız. Dahili ve harici düşmanlarımıza karşı durmadan yorulmadan bilimin ve evrensel hukukun ışığında savaşmalıyız. Bilgi ve becerilerimizi geliştirmeli ve tam bağımsız olmanın yollarını aramalıyız.

Bir devletin ordusunun olmasının gerekliliği ile ilgili fikirleriniz nelerdir?

Bir devletin ordusunun olmasının gerekliliği ile ilgili fikirleriniz nelerdir? Açıklayınız.

Bir devletin kendini koruma ve dünyada söz sahibi olma durumu için mutlaka bir ordusunun bulunması gerekir.

Türkiye’de 1945 yılından günümüze insan hakları konusunda hangi gelişmeler yaşanmıştır?

Türkiye’de 1945 yılından günümüze insan hakları konusunda hangi gelişmeler yaşanmıştır? Araştırınız.

Demokrasi Yolunda Türkiye – Demokratikleşme Yolunda TürkiyeAtatürk’ün sağlığında çok partili hayata geçmek için denemeler yapılmış ancak başarılı olunamamıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de insan hakları ve demokratikleşme yönünde yeni çabaları ortaya çıkardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra barışı korumak için kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Örgütünün kuruluş belgesinde insan haklarına ve demokratikleşmeye vurgu yapılmıştı. BM’nin kurucu üyeleri arasında yer alan Türkiye demokratikleşme konusunda gerekli çalışmaları başlattı. Çok partili siyasi yaşama geçiş aşamasında ilk siyasi parti 1945 yılında kurulan Millî Kalkınma Partisidir. 1946 yılı içinde ise ondan fazla siyasi parti kurulmuştur. Bunların içinde en dikkat çekeni özellikle ekonomi hakkındaki görüş farklılıkları nedeniyle CHP’den ayrılan Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuad Köprülü ve Adnan Menderes tarafından kurulan Demokrat Partidir.

Aynı yıl ilk defa çok partinin katıldığı bir seçim yapılmıştır. DP bu seçimden sonra Mecliste temsil edilmiş, ancak CHP iktidarı devam etmiştir. 1950 seçimlerinde ise Demokrat Parti iktidara gelmiştir. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti, 1954 ve 1957 yıllarında yapılan seçimleri de kazandı. Ülkemizde 1946 yılında başlayan demokratik hayat ve bu sistemi yerleştirme çabaları 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 yıllarında gerçekleştirilen askerî müdahalelerle kesintiye uğradı.

İnsan Haklarının Gelişimi

20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı insan hakları açısından büyük ihlallere neden olmuştu. Özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş yıllarında yaşanan ihlaller İnsan haklarının yasalarla koruma altına alınması ihtiyacını doğurmuştur. Bu amaçla da 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni 1948 yılında kabul etmiştir. Buna bağlı olarak da 1950 yılında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kabul edilmiştir. Aşağıda İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin bazı maddeleri verilmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Bazı Maddeleri (1948)

- Madde 1: Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar.
- Madde 2: Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir kural vb. fark gözetilmeksizin bütün haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir.
- Madde 3: Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.
- Madde 4:Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle
ticareti her türlü şekliyle yasaktır.
- Madde 5: Hiç kimse işkenceye... haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi
tutulamaz.
- Madde 7: Kanun önünde herkes eşittir.
- Madde 9: Hiç kimse keyfi olarak tutulamaz, alıkonulamaz veya sürülemez.

Birleşmiş Miletler Cemiyetinin getirdiği kurallar insan haklarının sadece ihlal edilmemesini değil sosyal, ekonomik ve siyasal anlamda geliştirilmesini de öngörmektedir. Ülkemizde de bu yönde birtakım çalışmalar başlatılmış ve özellikle çalışma hayatı ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Aşağıdaki tabloda Türkiye’de 1945-1960 döneminde insan hakları konusundaki bazı gelişmelere yer verilmiştir.

Kaynak: Açık Oğretim Okulları İçin T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük 8 Ders Notu, Hazırlayan Mehmet BAĞCI, ÜNİTE 7, s 214

İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze Türkiye’de meydana gelen gelişmeler nelerdir?

İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze Türkiye’de meydana gelen gelişmeleri araştırınız.

II. Dünya Savaşı


Ana madde: II. Dünya Savaşı

II. Dünya Savaşı'nın gelişim süreci

Amerikalı general MacArthur’la 1931 senesinde yaptığı bir konuşmada Mustafa Kemal Atatürk şöyle demektedir;











Versay Antlaşması, I. Dünya Savaşı’nı hazırlayan nedenlerin hiçbirini ortadan kaldırmamış, tersine dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir. Galip devletler yenilenlere barış koşullarını zorla kabul ettirirken bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini dikkate almamışlar, yalnız düşmanlık duygularının üzerinde durmuşlardır. Böylelikle de bugün içinde yaşadığımız barış, ateşkesten öteye gidememiştir. Bence dün olduğu gibi yarın da Avrupa’nın kaderi Almanya’nın tutumuna bağlı kalacaktır.

20. yüzyılın iki topyekûn savaşından ikincisidir. Altı yıl boyunca, dünyanın çeşitli bölgelerinde süren kesintisiz savaşlarla süregiden II. Dünya Savaşı,Alman ordularının Polonya'ya saldırdığı 1 Eylül 1939'da başlamış kabul edilir. Ne var ki, birbirinden kopuk görünseler de bu tarihten önceki çatışmalar ve I. Dünya Savaşı sonrası yapılan ancak mağlup devletleri memnun etmemiş olan antlaşmaların geçersiz kılınması, savaşta birincil rol oynayan tarafların stratejik hedefleri arasında yer aldığından, savaşın başlangıcı tarihsel olarak daha geriye gitmektedir.

İnsan kaynakları yönünden ağır sonuçları yaşanan bir Kurtuluş Savaşı'nın hemen ardından yeni bir savaşa girmemek konusunda kesin olarak kararlı olan Türk yönetimi, sonuna kadar denge politikasını sürdürebilmiştir.

Kaçınılmaz görünen Avrupa savaşı dışında kalabilmeyi sağlamak üzere, İngiltere ve Fransa’yla 19 Ekim 1939’da Ankara’da bir ittifak anlaşması imzalandı.

Alman ordularının Balkanlar'ı istilasının hemen ardından Alman hükümeti Türkiye'ye bir saldırmazlık anlaşması önermiştir. Hitler, devrin Türk cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye gönderdiği kişisel mektubunda, Alman ordularının Türk sınırlarına 85 km'den daha fazla yaklaşmayacağı güvencesini kişisel olarak verdiğini belirtmektedir.

18 Haziran 1941'de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941'de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türk hükümetine ilettiler.

Bu notada, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği Türkiye'nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir.

İzleyen yıllar, Müttefiklerin Türkiye'nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur.

2 Ağustos 1944 tarihine kadar Türk yönetimi bu baskılara direnmiş, savaşın kaderinin belli olduğu tespitiyle Müttefiklerle anlaşmaya yönelmiştir. Almanya ile ve hemen ardından Japonya ile tüm diplomatik ve ekonomik ilişkilerini kesme kararı alan Türk yönetimi, Müttefik liderleri Şubat 1945’te toplanan Yalta Konferansı’nda, yeni kurulacak Birleşmiş Milletler’e yalnızca 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya’ya savaş açmış ülkelerin katılmasını içeren bir karar almaları üzerine, 23 Şubat 1945'te Almanya’ya savaş ilan etmiştir.

Almanya'nın yenilmiş olmasından ötürü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir çatışmaya girmesini gerektiren bir durum ortaya çıkmamış ve savaş kararı uygulamaya konulmamıştır.

1950'li yıllar


Çok Partili Dönem


Ana maddeler: Türkiye Cumhuriyeti'nin Çok Partili Dönemi ve Demokrat Parti (Türkiye)
II. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle basında ve mecliste çok partili siyasal sistemi savunan bir anlayış oluştu. Buna CHP genel başkanı ve cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yaptığı konuşmalarla destek verdi. Bunu takip eden gelişmelerde, meclisteki bütçe görüşmeleri sırasında, CHP içinde başını Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak gibi bazı milletvekillerinin çektiği bir muhalefet oluştu. 11 Haziran'da kabul edilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, parti içindeki muhalefetin güçlenmesine yol açtı. Bu yasanın görüşüldüğü sırada Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, parti Meclis Grubu'na Dörtlü Takrir olarak bilinen bir önerge verdiler. Ülke ve parti yönetiminde liberal düzenlemeler yapılmasını isteyen bu önerge, 12 Haziran'da reddedildi. Bu gelişmelerden sonra Menderes, Köprülü ve Koraltan partiden geçici olarak ihraç edildi. Bayar ise önce vekillikten sonra partiden istifa etti.

7 Ocak 1946'da Dörtlü Takrir'e imza atanlar tarafından Demokrat Parti, kuruldu. Parti genel başkanlığına Bayar getirldi. DP, ekonomi ve siyasette liberal düzenlemeleri savunuyordu. DP'nin kuruluşu iktidar tarafından önceleri hoş karşılandı. Ama partinin gelişmesi, tavrın değişikliğine ve baskıların yoğunlaşmasına yol açtı. İktidar muhalefeti ihtilalcilikle suçlarken, muhalefet ise iktidarı tek parti özlemcisi olarak niteledi. Muhalefetin yasalarda ve seçim sisteminde değişiklik isteğinin iktidar tarafından kabul edilmemesi, çatışmaları arttırdı.

Demokrat Parti birinci iktidar dönemimde (1950-54) liberalleşmede önemli adımlar attı. Yabancı yatırımlar desteklendi. Ezanın Arapça okunması ve radyoda dini program yapılması yasağı kaldırıldı ve okullara din dersi kondu. 1950 yılında Kore'ye asker gönderilmesinden sonra 1952'de NATO'ya girildi.

DP'nin üçüncü ve son iktidar dönemi (1957-60), iktidar ile muhalefetin yer yer sokağa taşan sert çatışmaları ile sürdü. 23. Hükümet döneminde Menderes Kıbrıs konusunda imzaladıkları ortaklık anlaşmasına garantörlük maddesini yerleştirerek uluslararası başarıya imza atmıştır

Muhalefetin etkinliklerinin soruşturulması için DP tarafından TBMM içinde Tahkikat Komisyonu kuruldu. Komisyon, CHP lideri İsmet İnönü'nün TBMM'deki konuşmasını yasakladı.

Kore Savaşı


Ana madde: Kore Savaşı
Türkiye Cumhuriyeti, 1950 yılında başlayan Kore Savaşı'na fiilen katılmış ve 1950'den 1953'e kadar tugay büyüklüğünde bir kuvvetle Kuzey Kore'ye karşı savaşmıştı. Kunuri Muharebesi'ndeki başarılarıyla dikkat çeken Türk Tugayı, başta Koreliler olmak üzere bütün dünyanın takdirini kazanmıştır.

II. Dünya Savaşı'nın bitip Soğuk Savaş'ın başlamasıyla Türkiye, uluslararası ortamda kendini yalnız buldu. II. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalarak bütünlüğünü Almanya'ya karşı korumuş ancak savaş sonrasında Sovyetler'in Doğu Anadolu'da toprak ve Boğazlar'da üs ve ortak savunma talepleriyle karşılaşmıştı. Böylece Sovyet tehdidine karşı müttefik arayan Türkiye Batı Bloğu'na ve Amerika'ya yaklaşmaya başladı.

Türkiye, NATO'ya girişini hızlandırmak için başlayan Kore Savaşı'na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından "Türk gencinin kanının Amerika'ya satılması" şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloğu arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmış ve 18 Şubat 1952'de Türkiye bir NATO üyesi olmuştur.
Ayrıca bakınız: Kore Savaşı'nda Türkiye

1960'lı yıllar


27 Mayıs Darbesi


Ana madde: 27 Mayıs Darbesi
27 Mayıs Darbesi [4], 27 Mayıs 1960'ta yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe[5]. Ayrıca 27 Mayıs Askerî Müdahalesi[6] ya da 27 Mayıs İhtilâli[7] olarak da anılır. Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır; 37 düşük rütbeli subayın planlanları ile icra edilmiştir. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesinin etkisiz hale getirilmesi ile ele geçirilmiştir. Sonra cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanarak, hükümet; 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, ordu; 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, üniversiteler; 520 hakim ve yargıç görevden alınınarak, yargı kontrol altına alınmıştır.[8][9]

Darbeden sonra darbeyi planlayan ve ıcraa eden 37 düşük rütbeli subay ve Emekli Orgeneral Cemal Gürsel in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi.

1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini [10] ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu.[11] 37 subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa, Koregazisi Tahsin Yazıcı ve emekli olduktan sonra DP'den milletvekili seçilen eski Genelkurmay başkanı Mehmet Nuri Yamut da tutuklananlar arasındaydı.

3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirildi.[12] Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı[13], Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı;[14] nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştı.

Askeri en fazla rahatsız eden gelişmelerden biri DP’nin, 1932’de Atatürk tarafından çıkartılan ezanın Türkçe okunması kanunu değiştirmesiyle ilintiliydi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bile tartışmalara neden olan bu konu, Menderes’in istifaya yanaşma resti ile sona ermiş ve ezan uzun bir aradan sonra yeniden Arapça okutulmaya başlanmıştı. Bu değişiklik ve Menderes’in











Sizler isterseniz hilafeti bile getirirsiniz!

açıklaması genç subayların ve aydın kesimin tepkisini çeken uygulamalardan sadece biriydi.

Yüksek Adalet Divanı'nca yargilanlardan 15 kişi idama, 31 kişi ömür boyu hapse, 418 kişi değişik hapis cezalarına çarptırılırken 123 kişi de aklandı. Milli Birlik Komitesi'nin onayıyla Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961, Adnan Menderes ise 17 Eylül 1961'de İmralı Adası'nda idam edildi.Celal Bayar ve Refik Koraltan ile 11 kişinin idam cezası ömür boyu hapse çevrildi. DP, 29 Eylül 1960'ta kapatıldı.

Türkiye İşçi Partisi


Ana madde: Türkiye İşçi Partisi
1961 Anayasasının getirdiği demokratik ortamda, 12 sendikacı'nın İstanbul Valiliğine verdikleri bildirimle kurulan Türkiye İşçi Partisi, kısaca TİP, 1961-1980 yılları arasında Türkiye'de faaliyet gösteren bir siyasi partidir. 13 Şubat 1961'de, Şaban Yıldız, Kemal Sülker, Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Rıza Kuas, İbrahim Denizcier, Adnan Ardan, Avni Erakalın, Kemal Nebioğlu, Hüseyin Uslubaş, Ahmet Muslu ve Salih Özkarabay tarafından kurulmuştur. Parti 1961 seçimlerine katılamadı.

TİP, 1965 seçimlerinde, 54 ilde,  %3 oy alarak TBMM'ye 15 milletvekili göndermiştir. Çetin Altan'ın da aralarında olduğu bu milletvekilleri muhalefet görevini üstlenmişlerdir.

1968’de Sovyetler Birliği'nin Çekoslovakya’yı işgali partiyi ikiye bölmüştür.12 Mart 1971 muhtırası sonrasında 21 Temmuz TİP kapatıldı. Liderleri tutuklandı

11 Şubat 1961'de Demokrat Parti'nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi 15 Ekim 1961 seçimlerine girerek %34,8 oy topladı. 450 kişilik mecliste 158 milletvekilini, Senatoda ise 150 senatörün 70'ini aldı. Cumhuriyet Halk Partisi-Adalet Partisi koalisyonu kuruldu.

Demokrat Partinin devamı olduğunu söyleyen Adalet Partisinin 27 Mayıs'tan hemen sonra yapılan bu seçimde aldığı %34.82lik oy oranı Türk halkının ihtilalle ilgili düşünceleri açısından önemlidir.Tıpkı 1980 sonrasında Kenan Evren tarafından kurdurulan ve açıktan oy istenen MDP ye oy vermemekle gösterdiği tutum gibi.

1961-1965 arası kurulan üç İnönü Hükümeti'nin de Çalışma Bakanı olan Bülent Ecevit Ortanın Solu politikasını benimsemişti özellilikle Çalışma Bakanlığı döneminde işçilerle çok iyi ilişkiler kurmuştu. Bakanlığı döneminde 1963'te Grev, Lokavt ve Toplu Sözleşme Yasası'nın çıkarılmasını sağladı.[15]

1970'li yıllar


12 Mart Muhtırası


Amacı, Ecevit'e göre, CHP içinde egemen olan "ortanın solu" politikasına son vermek ve partinin iktidar olmasını önlemek olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 12 Mart 1971'deki müdahalesi İnönü'nün parti genel sekreteri Bülent Ecevit'le anlaşmazlığa düşmesine ve Ecevit'e genel başkanlığa giden yolun açılmasına olanak vermiştir. Ecevit'le yoğun bir mücadeleye giren İnönü, Mayıs 1972'de toplanan V. Olağanüstü Kurultay'da, politikasının partisince onaylanmaması durumunda istifa edeceğini açıkladı. Kurultayda parti meclisi Ecevit'in yanında yer alınca da 8 Mayıs 1972'de CHP genel başkanlığından ayrıldı. Türk siyasal yaşamında parti içi mücadele sonucunda değişen ilk genel başkan olan İnönü 4 Kasım 1972'de CHP üyeliğinden, 14 Kasım 1972'de de milletvekilliğinden istifa etti. Başvurusu üzerine tabii senatör olarak Cumhuriyet Senatosu'nda görev aldı.

1960'ların ortalarından itibaren Türkiye'de başlıyan öğrenci hareketlerinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'nun kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, 6 Mayıs 1972'de idam edilmiştir.

"...Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum."[16]

Ecevit'li CHP: Milliyetçi Solculuk


30 Haziran 1972'de toplanan CHP 21.Olağan Kurultayı partideki büyük iktidar değişimine sahne oldu, CHP Tüzüğünün 35 maddesi birden değiştirildi. Kurultay, Genel Başkanlıktan istifa eden İsmet İnönü'nün CHP Kurultayına son katılımına sahne oldu.Bülent Ecevit, 1085 delegeden 1032'sinin oyunu alarak tekrar Genel Başkanlığa seçildi.

14 Ekim 1973 tarihinde yapılan seçimlerde Ecevit'in başkanlığındaki CHP en fazla oyu almasına rağmen çoğunluğu kazanamadı. 26 Ocak 1974 tarihinde Milli Selamet Partisi ile kurduğu koalisyon hükümetinde ilk defa başbakanlık görevini aldı. Sadece 10 ay süren bu koalisyon hükümetinin tarihe geçen en önemli olayı Kıbrıs Harekâtı olmuştur. Türk müdâhalesi sonucu Yunanistan'daki cunta idaresi ve Kıbrıs Nikos Sampson Hükûmeti de yıkılmıştır. 26 Ocak 1974 - 17 Kasım 1974 tarihleri arasında görevde bulunan Bülent Ecevit tarafından kurulan CHP ve MSP koalisyon hükümeti37. Cumhuriyet Hükümeti, I. Ecevit Hükümeti olarak anılmaktadır.

Milliyetçi Cephe Hükümetleri


I. Ecevit Hükümetinin hükümetin dağılması üzerine Süleyman Demirel'in başbakan olarak görev yaptığı AP-MSP-MHP-CGP partilerinden oluşan ve daha sonra I.Milli Cephe Hükümeti olarak adlandırılacak olan koalisyon hükümeti kuruldu.

II. Ecevit Hükümeti


1979 yılında yapılan ara seçimlerde başarısızlığa uğrayan Ecevit görevden çekildi ve Süleyman Demirel 25 Kasım 1979 tarihinde MSP ve MHP'nin desteğiyle bir azınlık hükümeti kurdu. 12 Eylül 1980 tarihinde Genel kurmay başkanı Kenan Evren'in komutasındaki silahlı kuvvetler ülkenin yönetimine el koydu.

Kıbrıs Harekâtı


Ana madde: Kıbrıs Harekâtı
1960'da Kıbrıs'ta yaşayan Rum ve Türk cemaatleri arasında kurulan ortaklık Kıbrıs Cumhuriyeti yaşanan iç çatışmalar sonucu sürdürülemez olmuş ve 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan cuntasınınKıbrıs'da darbe yaptırması sonucu 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Garanti Anlaşması'nın III. maddesine istinaden Kıbrıs Harekâtı'nı gerçekleştirmiştir.

20 Temmuz 1974 sabahı Türk Ordusunun Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Kıbrıs'a havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı.

Türk kuvvetleri 22 Temmuz'da Girne'yi ele geçirdi. Türk paraşütçüleri Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşa'nın Türk kesimine indi. Yunan birliklerinin Ada’da garantör olarak bulunan Türk birliğine saldırması ise, çarpışmaların Ada geneline yayılmasına neden oldu. 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi'nin ateşkes kararını kabul etti. Türk müdahalesi sonucu Yunanistan'daki cunta idaresi ve Kıbrıs Nikos Sampson Hükumeti de yıkılmıştır.

8 Ağustos'ta II. Cenevre Konferansı sırasında yapılmakta olduğu sırada Rum Millî Muhufız Alayı ve EOKA-B işgal ettikleri yerleri tahliye etmedikleri gibi ellerindeki esirleri de serbest bırakmamışlardır. Bunun üzerine Türkiye 14 Ağustos'ta başlayıp 16 Ağustos'ta sona eren üç günlük II. harekâtı gerçekleştirdi.

25-26 Ağustos 1974 tarihinde Kıbrıs'a gelen BM Genel Sekreteri toplumlar arasında ikili görüşmelerin başlatılmasını istemiş, mutabakat gereği nüfus mübadelesi yapılmış ve iki bölgeli ve iki toplumlu bir federal yapı için uygun ortam sağlanmış oldu. 13 Şubat 1975 günü Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin ilanı Doktor Fazıl Küçük tarafından açıklanarak gerçekleşti. Ancak hedeflenen federal yapı gerçekleşmediğinden 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC'nin ilanı gerçekleşti.

Yıllarca süren toplumlararası görüşmelerden bugune değin herhangi bir sonuç çıkmamıştır. En son BM Kıbrıs Çözüm Planı ile iki toplum arasında yeniden birleşme imkânı da referandum'da Türklerin "evet"ine karşı Rumların "hayır" demesi sonucu gerçekleşmemiştir.

1980'li yıllar


24 Ocak Kararları


Ana madde: 24 Ocak Kararları
Süleyman Demirel, 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı'na getirdiği Turgut Özal'a, yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi vermiş ve program kısa sürede hazırlanmıştır; bir başka deyişle IMF tarafından hazırlanmış olan program, 24 Ocak 1980'de kamuoyuna açıklandı.

IMF'nin daha önce yaptıramadığı isteklerini içeren program; Türkiye'yi tek taraflı olarak yabancı sermayeye açmıştır.

Kararlar uygulanmaya başlanmasından dört yıl sonra, bu politikaların burjuvazinin küçük bir kesimi dışında tüm toplum kesimlerinin çok önemli kayıplarına neden olduğu görülmüştür. Bu politikaların ortaya atıldığı dönemde destekçisi olan büyük holdinglerin önemli bir kesimi desteklerini geri çekmiştir.[17]

24 ocak kararlarının 12 Eylül öncesi demokratik ortamında uygulanmasının zor olduğu ve Darbe ardından, siyasi cinayetlerin çok kısa sürede sona ermesi, Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a bizim çocuklar işi bitirdi anlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül Darbesinin Demirele karşı değil Ecevit önderliğinde gittikçe güçlenen sol harekete karşı yapıldığı şüphesi uyandırmıştır.

12 Eylül 1980 darbesi


Ana madde: 12 Eylül Darbesi
27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesi 12 Eylül 1980 darbesidir.

Bu müdahale ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1960 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı veTürkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir baskı dönemi başladı.

12 Eylül 1980 askerî darbesinin gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin birçok tur ardından Cumhurbaşkanı'nı seçememesi ve 6 Eylül günüKonya'da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şerîat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği yürüyüş gösterildi.

Darbe ardından, siyasi cinayetlerin çok kısa sürede sona ermesi, güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini darbe öncesinde neden önlemediği / önleyemediği sorularını da beraberinde getirdi. Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter'a

Siyasi yasaklar ve Özallı yıllaranlamında bir mesajın, bir toplantının ortasında iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül'de ABD'nin rolü konusunu da tartışmalara açtı.

7 Kasım 1982'de anayasa halkoyuna sunuldu ve %91.3 oyla anayasa kabul edildi. Aynı oylamayla MGK ve Devlet Başkanı Kenan Evren de 7. Cumhurbaşkanlığına seçildi. Seçimlerin 6 Kasım 1983'te yapılacağı açıklandı ve 1983 ortalarında siyasi faaliyetler serbest bırakıldı ancak MGK işleri sıkı tutuyordu. Parti kurulurken MGK'ya kurucuları veto etme yetkisi verildi.

CHP'nin tabanına hitap eden Erdal İnönü'nün kurduğu SODEP, Adalet Partisi'nin ardılı olarak kurulan Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol Partisi de vetolardan nasibini almıştı. Seçimlere Turgut Özal'ın başında bulunduğu ANAP, Necdet Calp'in başında bulunduğu Halkçı Parti ve Turgut Sunalp'in Milliyetçi Demokrasi Partisi katıldı. 6 Kasım 1983 seçimleri sonucunda ANAP tek başına iktidara geldi ve 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, IMF politikalarını uygulamak amacıyla Bülend Ulusu Hükümeti'nde ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı görevine getirilen, göreve getirildikten 22 ay sonra, 14 Temmuz 1982 yılında istifa eden ve 20 Mayıs 1983'de Anavatan Partisi'ni kuran Turgut Özal yeni hükümeti kurdu. (ANAP %45:212, HP %30:117, MDP:71 )

6 Kasım 1983'deki seçimlerde 400 kişiden oluşan parlamentoda 211 milletvekili çıkararak iktidar ve 45. Dönem Başbakanı olan Özal 1984 yerel seçimlerinde tekrar iktidar oldu. 25 Mart 1984'te yapılan yerel seçimlere SODEP de katıldı ve ANAP'ın ardından %23.4 oy alarak ikinci parti oldu.

Demokrat Parti (DP) ve Adalet Partisi(AP)'nin devamı olarak kabul edilen Doğru Yol Partisi 1983 yılında kurulduğunda Genel Başkanlığında Ahmet Nusret Tuna vardı ve ancak 1 ay kadar partiye başkanlık etti. Ardından Yıldırım Avcı başkanlığa geldi. 1985'teki olağan kurultayda Hüsamettin Cindoruk'a yenilerek başkanlık görevini bıraktı.

13 Nisan 1984'te toplanan SODEP 1. Küçük Kurultayı'nda Genel Başkan Erdal İnönü solda tek çatının şart olduğunu söyledi ve 26 Eylül 1985'te Gürkan ve İnönü SODEP-HP birleşme protokolünü imzaladılar. Yeni partinin adını Sosyaldemokrat Halkçı Parti olarak açıkladılar.HP kurultay toplanarak partinin adı SHP olarak değiştirildi.Ardından toplanan SODEP kurultayında parti feshedildi ve SHP'ye katıldı. 30 Mayıs 1986'da SHP 1.Kurultay toplandı ve Erdal İnönü genel başkan seçildi.

14 Kasım 1985'te Rahşan Ecevit tarafından kurulan DSP, eski Halkçı Parti'den ayrılıp bağımsız kalmış ya da SHP'den görüş ayrılıkları nedeniyle ayrılmış kimi milletvekillerinin katılmasıylaTBMM'de grup oluşturdu.

PKK


Ana maddeler: Doğu isyanları listesi ve PKK
İlk ayaklanma 1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne karşı bağımsız zaza-alevi devleti kurma amacıyla [kaynak belirtilmeli]girişilen Koçgiri aşireti tarafından başlatılan Dersim aşiretlerinin de desteklediği (Tunceli) yöresinde gerçekleşen Koçgiri İsyanı ayaklanmasıdır. Koçgiri ayaklanmasını Zaza-alevilerden; Haydar ve Alişan beyler ile Gülağaoğullarından Mehmed İzzet, Naki, Hasan Askeri, Kazım ve Alişir yönetmiştir. İsyan, Nurettin Paşa ve Topal Osman yönetimindeki [Giresun] muhafız alayı tarafından kısa sürede bastırılmış ve isyandan netice alınamamıştır. İsyana katılıp yakalananlara idam cezası verilmiş ancak daha sonra Dersim aşiretlerinin araya girmesiyle Mustafa Kemal Paşa cezaları kaldırmıştır.

1930'larda meydana gelen Dersim isyanı, yapılan bir askerî harekâttan sonra 13 Kasım 1937'de sona erdi. Ayaklanmanın lideri Seyit Rıza ile 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı. Durulmayan olaylar üzerine 1938'de yeni bir ayaklanma çıktı ve başlatılan ikinci askeri harekat sonunda Eylül 1938'de ayaklanma tamamen bastırıldı.

TBMM'de yapılan görüşmelerde, bu gelişmelerin başta Fransa ve Fransa'nın mandası altındaki Suriye tarafından kışkırtıldığı ileri sürüldü. Başbakan İsmet İnönü ise, Tunceli ilinde iki yıldır izlenen reform programının amacının bölgenin uygar bir hâle getirilmesi olduğunu belirterek, programa karşı bölgede direniş olduğunu belirtmiştir.

Kurtuluş Savaşı sırasında dahi yaşanan isyanlar Cumhuriyetin ilanından sonrada devam etmiş ve etmektedir.

1970'lerin başında örgütlenmeye başlayan, 1984'te dağ kadrolarını oluşturarak paramiliter yapıya bürünen, Kürdistan İşçi Partisi (Kürtçe:Partiya Karkerên Kurdistan, daha alışılmış hâliyle PKK), KADEK ve Kongra-Gel isimlerini kullanmış olan, kendisine Türkiye'nin güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısını kapsayan bölgede bir devlet kurmayı amaçlayan ve bu amaçla söz konusu toprakların Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde kalan kısmına sahip olabilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri ve sivillere karşı silahlı eylem yapan örgüt, 15 Şubat 1999'daAbdullah Öcalan'ın Kenya'da uluslararası bir operasyonla yakalanması ile büyük oranda çökertilmiş ve etkinliği yok denecek noktaya getirilmiştir. Bugün ise ad değiştirip siyasallaşarak meşrulaşma çabasına girmiştir.

Dörtler'in dönüşü


1987 yılında yapılan referandum ile siyasi yasaklar kalkmış ve Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel ile Necmettin Erbakan yeniden siyasi arenada yerlerini alabilmişlerdir. Ecevit Demokratik Sol Parti'nin, Türkeş Milliyetçi Çalışma Partisi'nin, Demirel Doğru Yol Partisinin'nin, Erbakan ise Refah Partisi'nin genel başkanları oldular

Hüsamettin Cindoruk 1987 yılında siyasi yasakların kalkması üzerine Süleyman Demirel'in genel başkanlığa geçmesi amacıyla istifa etmiştir ve bununla beraber Süleyman Demirel genel başkanlığa seçilmiştir. 1987 genel seçimlerinde, ANAP %36,31 oyla 292 milletvekili çıkarmış ve Özal tekrar çoğunluğu sağlayarak 46. Dönem Başbakanı olmuştur. 1987 seçimlerinde DSP iki milyonu aşkın (% 8,54) oy almasına rağmen barajın altında kalması nedeniyle milletvekili çıkaramadı. %24,74 oy alan SHP ve  %19,1 oyla DYP, 1987'de meclise giren partilerdir.

26 Mart 1989 yerel seçimlerinde SHP; İstanbul, Ankara ve İzmir belediye başkanlıklarıyla 39 ilin belediye başkanlığını kazanmıştı ayrıca il genel meclisi seçimlerinde %28.8 oy almayı başarmıştı. SHP ve DYP ANAP iktidarının meşrutiyetini kaybettiğini halkın desteğini yitirdiğini ve bu nedenle genel seçimlerin yenilenmesi gerektiğini savunmaya başladılar. Turgut Özal 9 Kasım 1989'da Kenan Evren'den boşalan cumhurbaşkanlığına SHP ve DYP'nin muhalefetine rağmen seçildi. Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilmesini protesto eden Hatay milletvekili Murat Sökmenoğlumilletvekilliğinden istifa ederek sine-i millete döndü.

1990'lı yıllar


20 Ekim 1991 seçimlerini DYP kazandı. (DYP %27:178, ANAP:115, SHP %20:88, RP:62, DSP:7)

Seçimlere Halkın Emek Partisi (HEP) ile birlikte katılan SHP seçimlerden sonra TBMM açılışında Kürt kökenli milletvekillerinin Kürtçe yemin etmeye kalkışması ortalığı karıştırdı. 21 Mart 1992Nevruz Bayramı'nda çıkan olaylar sonucunda da SHP içindeki HEP kökenliler partiden istifa ettiler.

Demirel DYP-SHP koalisyon hükümetini 20 Kasım 1991'de kurdu. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü Başbakan Yardımcılığı görevini almıştı.

12 Eylül döneminde çıkartılmış olan kapatılan siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa Haziran 1992'de kaldırıldı. SHP içindeki muhalefet hareketinin önde gelen ismi Deniz Baykal ve diğer CHP kökenliler CHP'yi tekrar açma kararı aldılar. 9 Eylül 1992'de CHP tekrar açıldı. SHP'den ayrılan bir grup milletvekili CHP'ye geçti.

17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefat etmesi üzerine 16 Mayıs 1993'te Süleyman Demirel Cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. Genel Başkanlığa, Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller adaylıklarını koydular ancak ilk turda yeterli oyu alamamasına karşın Tansu Çiller'in yüksek oy alması diğer adayların adaylıktan çekilmelerine sebep olmuş ve 13 Haziran 1993'te Genel Başkanlığa Tansu Çiller seçilmiştir. 14 Haziran'da, Süleyman Demirel de 50. hükümeti kurma görevini Tansu Çiller'e vermiştir.

Solda birlik çalışmaları


26 Mart 1994 yerel seçimlerine ayrı ayrı giren SHP, DSP ve CHP'nin; solun toplam oy oranı %25 olabilmişti. Bir önceki seçimde kazanılan büyük kentler Refah Partisi'ne teslim edilmişti. CHP bu seçimlerde sadece %4.7 oranında oy alabildi. Sosyal Demokrat oylar gitgide eriyordu ve birleşme çalışmaları başladı. 18 Şubat 1995'te toplanan ortak kurultayda 1003 delege birleşmenin CHP, 635 delege de SHP çatısı altında olması yönünde oy kullandı. Bunun üzerine SHP feshedilerek CHP'ye katılım kararı alındı. Hikmet Çetin oybirliğiyle CHP'nin 5. Genel Başkanı seçildi. Birleşme sürecinde partiden istifa eden CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay yerine Adnan Keskin getirildi. 25 Şubat'ta yapılan seçimde Adnan Keskin Genel Sekreter oldu.

9 Eylül 1995'deki kurultayda ise Deniz Baykal genel başkanlığa geldi. 30 Ekim'de DYP ve CHP bir koalisyon hükümeti kurdu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak yer aldı. TBMM seçimlerin 24 Aralık 1995'te yenilenmesi kararı aldı. CHP bu seçimde kılpayı %10 barajını aşarak TBMM'ye girdi. Seçimlerin galibi ise Necmettin Erbakan'ın başında bulunduğu Refah Partisi olmuştu. RP %21.3:158, DYP:135, ANAP:132, DSP:76, CHP:49.

Post-modern darbe; 28 Şubat


Ana madde: 28 Şubat Süreci
12 Eylül Darbesi sonucu ortaya çıkan siyasetin etkisiyle 1980 ve 1990'larda radikal sağcı grupların güçlenmiş ve bunun sonucu olarak Refah Partisi 1995'teki genel seçimlerinde siyasette güçlü duruma gelmiştir. 1996 yılında, seçimlerinin ardından kurulan DYP - ANAP hükümetinin kısa sürede dağılmıştır. Bunun üzerine TBMM'de birinci parti durumunda olan RP ile DYP arasında kurulan 54.hükümet,8 Temmuz 1996'da TBMM'de yapılan oylamada güvenoyu almayı başarmıştır.

28 Şubat 1997 Cuma günü yapılan MGK Toplantısı'nda radikal dinci faaliyetlere ilişkin bir MİT raporu ele alınmıştır. Bu rapordan yola çıkarak alınan kararlar için bir çeşit "sivil muhtıra" yorumu yapıldı. Türk siyaset tarihine 28 Şubat Kararları olarak geçen kararlar Türk siyasi tarihinde önemli değişikliklere neden oldu.

Başbakan Necmettin Erbakan'ın 'havada yakıt ikmali' olarak tanımladığı başbakanlık görevini hükümet ortağı DYP genel başkanı Tansu Çiller'e vermek amacıyla 18 Haziran 1997'de istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sundu. Ancak Demirel, hükümet ortaklarının arasındaki protokolü dikkate almayarak hükümeti kurma görevini ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. 12 Temmuz'da Mesut Yılmaz başkanlığında ANAP - DSP - Demokrat Türkiye Partisi arasında kurulan 55. hükümet TBMM'den güvenoyu aldı.

MGK'nun 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dahil Meslek Liselerini ortaokul bölümleri kapatıldı.

1998 Kasım ayında eski RP'li İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürüldü.

28 Şubat süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı yerine iki ismin ; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'ın adları daha çok ön plana çıktı. 2001 yılında bir televizyon programına katılan döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat süreci'ni "post-modern bir darbe" olarak tanımlayan bazı yazarları haklı bulduğunu söyledi.

İzmit'te bir yıkıntı


2000'li yıllar


Adalet ve kalkınma partisi: Recep Tayyip Erdogan


12 Aralık 1997 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan, Siirt'te yaptığı konuşmasında Türk Ceza Kanunu’nun 603456868/15154 maddesinden “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçundan dört ay hapis cezası almış [18][19]; fakat 14 Ağustos 2001'de kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisi 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde birinci olunca, seçim yasaklı Erdoğan'ın yerine Abdullah Gül 58. Cumhuriyet Hükümeti'ni kurmuş, ardından aklanarak beraat etmiş ve partisinin başına geçmiştir.

11. Cumhurbaşkanı seçimleri


Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresinin 16 Mayıs 2007 tarihinde dolacak olması nedeni ile yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi Başbakan Erdoğan'ın muhtemel adaylığına başta CHP olmak üzere diğer siyasi partiler karşı çıkmışlardır.

CHP Erdoğan da dahil olmak üzere 3 ana makamın Milli Görüş adı verilen siyasi İslam akımının temsilcileri tarafından doldurulacağı ve bunun ülkede gerilime neden olacağı; Cumhurbaşkanı'nın tarafsız olması ve toplumsal uzlaşma ile seçilmesi ; bu makamın sahibinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi ve kurallarını içine sindirebilmiş olası gerekçeleri ile başta Erdoğan olmak üzere bu görüşe sahip kişilerin devletin temel nitelikleri ile ters düşeceği fikrini savunarak karşı çıkmıştır.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin başlaması ile AKP Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ü aday göstermiştir. CHP seçimlerin açılış oturumunda gerekli sayının 367 olması gerektiği, Meclis İçtüzükihlali yapıldığı gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi'ne seçimlerin iptali ve seçim sürecinin durdurulması için müracaat etmiş; Anayasa Mahkemesi aldığı karar ile oturum yeter sayısının 367 olması gerektği kararını almış ve bunun neticesinde "Türkiye Tarihi'nde görülmemiş bir kararla"TBMM Cumhurbaşkanını seçemediği için erken genel seçime gitmek zorunda kalmıştır.

Cumhuriyet Mitingi


Cumhuriyet Mitingi, 14-15 Nisan 2007 tarihlerinde Ankara'da düzenlenen miting. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) tarafından düzenlenen mitingde katılımcılar askere olan güvenlerini ve laik bir cumhurbaşkanı isteklerini dile getirdiler. Miting sırasındaki protestoların ana hedefi Recep Tayyip Erdoğan ve benzer zihniyettekilerin olası cumhurbaşkanlığı adaylığıydı.

2007 Milletvekili seçimleri


2007 seçimlerinde, AKP %47 ile TBMM'de sandalye çoğunluğunu elde etmiş ve seçim akabinde Başbakan Erdoğan toplumsal uzlaşı içinde olacakları beyanatını vermiştir. TBMM'nin açılması ve Başkanlık seçimlerini takiben Cumhurbaşkanlığı seçim süreci başlamış, AKP Abdullah Gül'ün adaylığının devam ettiğini kamuoyuna deklare etmiştir. Bunun üzerine CHP ülkenin erken seçime Abdullah Gül'ün adaylığı sebebi ile gidildiği, AKP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde uzlaşma karşıtı tutumlarının devam ettiği gerekçesi ile oturumlara katılmayacaklarını ve Gül seçildiği taktirde görev süresi boyunca Cumhurbaşkanının hiçbir davetine katılmayacaklarını, ancak Gül'ün seçimini sonucunu da meşruiyet konusu yapmayacaklarını beyan etmiştir.

MHP ise ilk oturuma katılacaklarını ancak kendi adaylarını göstereceklerini seçimden önce ve sonrasında beyan ederek, Kayseri milletvekili Sabahattin Çakmakoğlu'nu Cumhurbaşkanı adayı göstermişlerdir.

DSP ise Erdoğan'ın uzlaşma yanlısı olmayan tutumuna tavır koymak ve Cumhurbaşkanlığının uzlaşı ile seçilen; her kesimi temsil edebilme yeteneğine sahip birisinin olması gerekliliği düşüncesi ile bireysel başvuru yaparak aday olan Eskişehir milletvekili Tayfun İçli'nin adaylığının desteklenmesi kararını almıştır.

2011 Seçimleri


2011 seçimlerinde, AKP %49,95 ile TBMM ye 326 milletvekili ile girmiştir.Oy oranı artışına karşın meclise giren milletvekili bir önceki seçime göre azalmıştır.AKP hükümeti 3. kez iktidarda olup büyük bir kitlenin güvenini aldığını kanıtlamıştır.CHP %25,94 oy almıştır.CHP genelbaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçim öncesi doğuya ekonomik özgürlük tanınacağını söylemesi ve milletvekili adayı olarak darbeyi teşebbüsten tutuklanan komutanları göstermesi seçimlerde kayda değer bir artış gösterememesine neden oldu.

 

 

Uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin önemini artıran faktörler nelerdir?

Uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin önemini artıran faktörler nelerdir? Araştırınız.

Türkiyenin özel konumu ve stratejik konumu uluslararası ilişkilerde önemini artıran en önemli faktörlerdir.

Asya Avrupa ve Afrika'nın kesişme noktasında bulunması bölgeye hakim bir konum arz etmesini sağlar. Aynı zamanda Karadeniz, Akdeniz,Ege Denizi gibi denizleri birbirine bağlayan boğazlara hakim olması da bu ilişkilerde önemini artırır.

Dış tehdit unsurları nelerdir?

DIŞ TEHDİT UNSURLARI

Türkler, tarih boyunca çok geniş ve değişik yerlerde (Çin'den Avrupa ortalarına) egemenlik kurmuşlardır. Çevrelerindeki ülkelerle iyi ilişkilerde bulunmakla beraber, varlıklarını devam ettirebilmek için zaman zaman da savaşmak zorunda kalmışlardır.

Türklerin Anadolu'ya yerleşerek birçok ülkenin ele geçirmeyi amaçladığı boğazlara sahip olması, bu ülkelerin bize yönelik tehditlerini ve düşmanlıklarını artırmıştır.

Dünyada jeopolitik açıdan çok önemli bir yere sahip olan ülkemize yapılacak bir saldırı dünya barışını tehdit edecektir. Bu nedenle dış tehdit unsurları ülkemizi içten bölerek ele geçirmek istemektedirler.

Ülkemize yönelik dış tehditler çok çeşitlidir. Bunlar;

Uyuşturucu madde ve silâh kaçakçılığı, uluslararası terörizm, Ermeni terörizmi, bati ülkelerinin ülkemiz üzerindeki emelleri ve casusluktur.

Türkiye üzerinde tarihî emelleri bulunan bazı ülkeler, ülkemize yönelik yıkıcı ve bölücü unsurlara her türlü yardımda bulunmaktadırlar.

Türkiye'yi doğrudan saldırılarla ele geçiremeyeceklerini bilen dış güçler, kendi amaçları doğrultusunda etkinlik gösteren yıkıcı ve bölücü unsurlara yardım ederken, onlardan Türkiye'nin sırlarını casusluk yoluyla öğrenmek istemektedirler. Bu güçler, Türk gençliğini, aydınlarını ve ülkenin hassas yönlerini hedef olarak seçmişlerdir. Ayrıca bunlar dost ve müttefik ülkelerde bulunan, Türk yıkıcı unsurları ve Türkiye'de etkinlikte bulunan yıkıcı unsurlarla is birliği halindedir. Türkiye'deki kanun dışı bu unsurlar ile Ermeni terör unsurları da ilişki içindedir. Öyle ki Türkiye'de meydana gelen kaçakçılık ve terör olaylarının bazılarını Ermeni terör unsurları üstlenmiştir. Ermeni terör unsurları, uyuşturucu madde ve silâh kaçakçılığını, hatta komsu ülkelerdeki büyükelçilik görevlilerimize düzenledikleri saldırıları diğer yıkıcı unsurlarla birlikte yapmaktadırlar.

Çok partili döneme geçmeye neden ihtiyaç duyulmuştur?

Çok partili döneme geçmeye neden ihtiyaç duyulmuştur?

TÜRKİYE'DE ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ

Atatürk döneminde iki kez çok partili hayata geçiş denemesi olmuştur. Halk Fırkası'na karşı 1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930 yılında da Atatürk'ün isteği ile Serbest Cumhuriyet Fırkası kurul­muştu.
Şeyh Sait İsyanı ve Menemen Olayı çok par­tili hayata geçişi engellemiştir. Ortam böyle bir yapıya geçiş için henüz hazır olmadığından Ata­türk'ün sağlığında bir daha böyle bir girişimde bulunulmamıştır.
II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin içinde ve dışında oluşan gelişmeler çok partili hayata geçişi adeta zorunlu kılmıştır. Aslında Türkiye bu sisteme geçmeyi çoktan istiyordu.
Hatta İsmet İnönü 6 Mart 1939'da demokratik rejime geçişin müjdesini vermişti. Fakat II. Dünya Savaşı bu sürece geçişi engellemiştir.

Çok Partili Hayata Geçişin Nedenleri:

  • II. Dünya Savaşı'nın verdiği sıkıntıların tek parti yönetimini sarsması ve fikirlerin değişimine uğra­ması. Yâni insanlar eskisi gibi tek partili yönetim­leri savunmuyorlardı.

  • Sıkıntıların tek sebebi olarak tek parti yönetiminin görülmesi ve şiddetle muhalefete ihtiyaç duyul­ması.

  • II. Dünya Savaşı, demokrasinin diktatörlüğe kar­şı zaferiydi. Türkiye, demokrasi tarafında yer aldı­ğından bir an evvel çok partili hayata geçmeliydi. Ayrıca Birleşmiş Milletler'e kurucu üye olarak katılan Türkiye demokrasiyi benimsemişti. Bunu çok partili hayata geçerek de göstermeliydi.

  • II. Dünya Savaşı'nın sahiplerinden olan Sovyet Rusya, Türkiye'den toprak talep etmişti. Türkiye, Sovyet tehdidine karşı demokratik cepheye yakın olmak durumundaydı.

  • CHP, Türkiye'de 1923 - 1950 arası iktidardaydı. II. Dünya Savaşı'nın getirdiği ekonomik ve siyasi sıkıntılar, bu partiye karşı bir muhalefetin doğma­sına neden olmuştu.

  • Bu dönemde ABD dostluğuna önem veriliyordu. Yaygın olan kanaat ise şuydu: "Amerika, demok­ratik bir rejimle idare edilmeyen bir devlete sem­pati duymaz ve ittifak kurmazdı." Yâni demokra­siye bir an evvel geçilmeliydi.

  • 1945'te Türkiye nüfusunun % 83'ü köylerde yaşı­yordu. Köylülerde ekonomik sıkıntılardan dolayı (yol vergisi, varlık vergisi gibi) hükümete ve doğal olarak tek parti yönetimine karşı memnuniyetsiz­lik artmıştı.

  • CHP, içinde gruplaşmalar başlamıştı. 1939 yılın­daki 5. Kurultay'da "Müstakil Grup" adını alan ve bağımsız hareket eden bir grup oluşmuştu. Hatta bu grup aynı yıl 20 milletvekiline ulaşmıştı. Muha­lefete duyulan ihtiyaç giderek artıyordu ve çok partili hayata geçiş adım adım başlamıştı.

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmasının nedenleri nelerdir?

Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmasının nedenlerini araştırınız

1943 yılında Adana ve Kahire’deki görüşmelerde Müttefik devletler Türkiye’nin savaşa katılmasını istediler. Ancak Türkiye, Müttefik Devletlere silah ve mühimmat eksiklerinin tamamlandığı takdirde savaşa katılabileceğini bildirdi. Bu talebin Müttefik Devletlerce kısa surede karşılanması mümkün olmadığı için Türkiye savaşa girmedi. Savaşın sonlarına doğru, özellikle İngiltere, Türkiye’nin Almanya ile her türlü ilişkisini kesmesini istemekte idi. Diğer yandan savaşta yenik duruma düşen Almanlar bütün cephelerden geri çekilmeye başladı.Tüm bu olaylar üzerine Türkiye Ağustos 1944’te Almanya ile siyasi ilişkilerini kesti.1945 yılı başlarında Kırım’ın Yalta şehrinde ABD, İngiltere ve SSCB devlet başkanları dünyanın savaş sonrası durumunu görüşmek üzere bir araya geldiler. Yatla Konferansı’nda alınan kararlar gere.ince Türkiye’nin savaştan sonra kurulacak Birleşmiş Milletler (BM)’e katılabilmesi için 1 Mart 1945 tarihinden önce Almanya’ya savaş ilan etmesi gerekiyordu. Bu gelişmeler karşısında Türkiye, izledi.i savaş dışı kalma politikasını terk ederek Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti (23 Şubat 1945).

Savaşın sonucunun belli olduğu bir dönemdeki bu savaş ilanı, Türkiye’nin fiilen savaşa girmesi anlamı taşımıyordu. Fakat Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonunda aldığı savaşa girme kararı, BM’ye kurucu üye olarak katılmasını sağladı. ABD 6 ve 9 Ağustos 1945 tarihlerinde Japonya’ya iki atom bombası attı. Kısa bir süre sonra; Japonya’nın Müttefik Devletlerle barış antlaşması imzalamasıyla savaş sona erdi (2 Eylül 1945).Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na fiilen katılmamasına rağmen savaşın sosyal ve ekonomik yönden olumsuz etkilerini yaşadı. İstanbul’da ve birçok şehirde İkinci Dünya Savaşı sırasında, hava saldırısı tehlikesine karşı uzun bir süre karartma uygulandı. Belli bölgelerde gece saat 23.00’ten sonra sokağa çıkma yasağı getirildi. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkemizde kamu güvenliğini sağlamak ve insan sağlığını korumak amacıyla bazı tedbirler alındı. Örneğin tifo, kolera gibi salgın hastalıkları önleme çalışmaları yapıldı.Mihver Devletlerin yenilgisiyle sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca asker ve sivil hayatını kaybetti. Savaş suçluları yargılanarak cezalandırıldı. Almanya ve Japonya’nın sömürgeci yönetimleri son buldu. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi, savaş süresince siyasi, ekonomik ve sosyal sıkıntılar çeken ülkemizde yeni bir dönemi başlattı.

Kaynak: Milli Eğitim Bakanlığı Ders Kitapları Dizisi, 8. sınıflar İçin TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Ders Kitabı, 7.Ünite, s.192, 2010

Türkiye hangi siyasi gelişmeden sonra boğazların durumunun yeniden gözden geçirilmesini istemiştir?

Türkiye hangi siyasi gelişmeden sonra boğazların durumunun yeniden gözden geçirilmesini istemiştir?

Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)

Boğazlar sorununun çözümü

1933 yılından başlamak üzere, 1935 yılı sonlarına doğru dünyanın siyasal durumu tehlikeli bir yola girmişti. İtalya’nın Akdeniz’deki istekleri ve hangi devlete ait olduğu bilinmeyen denizatlıların Marmara Denizi’nde görülmeye başlanması Türkiye’nin kaygılarının artmasına sebep oluyordu. İtalya ve Almanya’nın tutumları, bu konuda İngilizleri ve Fransızları Türkiye’nin yanında olmaya kadar getirdi. Sonuçta, İtalya dışında Lozan Barış Antlaşması’na imza atan devletler, Boğazlar sorununu tekrar görüşmeye razı oldular. Balkan Antantı daimi konseyi de 4 Mayıs 1936’da Belgrat toplantısında Türkiye’nin kaygılarını haklı bulmuş ve destekleme kararı almıştır.

2. Dünya Savaşı Kronolojisi

2. DÜNYA SAVAŞI KRONOLOJİSİ KRONOLOJİ:
1 Eylül 1939 Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla II. Dünya Savaşı başladı.

3 Eylül 1939 İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş açtı.

28 Eylül 1939 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya ve Sovyetler Birliği Polonya’nın paylaşımı için bir plan yaptılar

4 Haziran 1940 Alman Birlikleri Paris’e girdi.

12 Haziran 1940 Ankara Hükümeti, Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’nda savaş dışı kalacağını açıkladı. Bakanlar Kurulu kararı açıklanırken, aynı zamanda Türkiye’nin İtalya ile ticari ilişkilerinin kesildiğini de bildirildi.

14 Haziran 1940 Alman birlikleri Paris’e girdiler.

27 Eylül 1940 Japonya, Almanya ve İtalya’nın askeri paktına katıldı

6 Aralık 1940 Yunanistan, Arnavutluk’ta, Premete kentini işgal etti

1 Mayıs 1941 II. Dünya Savaşı’nın kapılarımıza kadar dayanması üzerine İstanbul’un tahliyesine (boşaltılmasına) başlandı.

22 Haziran 1941 Almanya SSCB`yi istila etti.

10 Ağustos 1941 Terra-Nova açıklarında, Pnihce of Wales zırhlısında Churchil ile Roosvelt arasında 2 gün sürecek Newfoundland Konferans’ı yapıldı; Gelecekteki paktın temellerini atan Atlantik Antlaşması ilan edildi.

8 Eylül 1941 Leningrad Almanlar tarafından kuşatıldı.

6 Aralık 1941 İngiltere, Romanya, Macaristan ve Finlandiya’ya savaş ilan etti

11 Aralık 1941 ABD ile Almanya birbirlerine savaş ilan ettiler.

25 Aralık 1941 Washington’da 14 Ocak 1945′e kadar sürecek olan Arcadia Konferansı başladı.

26 Mart 1942 Naziler Yahudiler`i Auschwitz toplama kampına göndermeye başladı…

3 Haziran 1942 Midvay deniz savaşı başladı. iki gün süren savaşta Japonlar ağır kayıplar verdiler. Japonlar 4 uçak gemisi, 4 kruvazör, 8 nakliye gemisi ve 250 uçak kaybettiler. Bu deniz savaşı ile Japonların pasifikteki ilerleyişi duruldurulmuştur.

23 Ekim 1942 General Montgomery komutasındaki İngiliz kuvvetleri Mihver cephesine karşı taarruza başladı. Taarruz başarılı oldu ve Müttefik kuvvetleri Aralık’ta Trablus’a girdiler.

8 Kasım 1942 General Eisenhover komutasındaki Amerikan kuvvetleri, Fas’ın Atlantik kıyıları ile Cezayir kıyılarına çıkmaya başladı.

20 Kasım 1942 İngilizler Bingazi’yi işgal etti

24 Kasım 1942 4. Stalingrad muharebesi başladı:
Hitler, Rusyaya bir prestij darbesi indirmek için Stalingrad’ı düşürmeye büyük önem veriyordu. Bu sebeple Temmuz 1942 sonundan itibaren 4 safhada yapılacak olan Stalingrad muharebeleri başladı.24 Kasım’a gelindiğinde en şiddetli taaruz başladı. Bu taarruz sonunda Stalingrad düşürülemediği gibi, Ruslar Ocak 1943′den itibaren karşı taarruza geçip, Şubat ayında 6. Alman Ordusunu 190 000 kişilik bir kuvvetle esir ettiler. Böylece Stalingrad muharebesi Ruslar’ın zaferi ile sonuçlanmış oldu.

27 Kasım 1942 Alman orduları Tulon limanına girerken, buradaki Fransız donanması kendini yok etti

24 Temmuz 1943 İtalya’da toplanan Büyük Faşist Konseyi, 10 saatli tartışmalardan sonra Benito Mussolini’yi iktidardan düşürdü. Mussolini istifa etmek zorunda kaldı.

3 Eylül 1943 II.Dünya Savaşı sırasında mütefiklerin istilası üzerine İtalya, koşulsuz teslim oldu.

13 Ekim 1943 İtalya Almanya’ya savaş ilan etti.

28 Kasım 1943 Churchill, Stalin ve Roosevelt Tahran’da biraraya geldi. Bu üç lider şu kararları aldılar:İkinci cephenin açılması, Türkiye’nin savaşa girmesi, dünyanın savaş sonrası düzeni, Polonya’nın geleceği, Müttefik çıkarmasının Fransa’ya yapılması gibi konularda oldu. Tam bir anlaşma görülemedi. Ancak bu konferans Türkiye’nin savaşa girmesi isteğinin en net telaffuz edildiği toplantı oldu.

26 Ocak 1944 II Dünya savaşı sırasında Sovyetler birliği topraklarına giren Alman ordusu ağır kış şartlarına rağmen uzun süre savaşmayı sürdürdü. Öyleki Almanların Leningrad kuşatması 8 Eylül 1941 başladı ve yaklaşık 900 gün devam etti. Ancak Ruslar Leningrad kuşatması boyunca açlıktan ölen 1.5 milyon insana rağmen şehirlerini Almanlara bırakmadılar.

13 Ekim 1944 II. Dünya Savaşı’nda Amerikan orduları Almanya’nın Aachen kentine girdi

27 Ocak 1945 Naziler’in 1940 Nisan’ında kurduğu en büyük toplama ve imha kampı olan Auschwitz, Sovyetler tarafından ele geçirildi. Auschwitz’de savaş boyunca yaklaşık iki buçuk milyon insan katledildi.

25 Şubat 1945 Türkiye, Almanya ve Polonya’ya savaş ilan etti.

20 Nisan 1945 II.Dünye Savaşı sırasında Sovyet birlikleri Berlin’e girdi.

20 Nisan 1945 II.Dünya Savaşı sırasında Sovyet birlikleri Berlin’e girdi.

7 Mayıs 1945 Almanya’nın teslim olmasıyla İkinci Dünya Savaşı Avrupa’da sona erdi. Uzakdoğu’da ise Japonya hala savaşıyordu.

8 Mayıs 1945 2.Dünya Savaşı sona erdi.

6 Ağustos 1945 Amerika Birleşik Devletleri, Japonya’nın Hiroşima şehrine ilk atom bombasını attı. Şehirde 10 kilometrekarelik alan yerlebir olurken, 66 bin kişi öldü, 70 bin kişi de yaralandı.

10 Ağustos 1945 Japonya teslim olmayı kabul etti. II. Dünya Savaşı sona erdi.

2 Eylül 1945 Tokyo Körfezi’nde demirli bulunan Missouri zırhlısında yapılan görüşmede; Başbakan Suziki, Japonya’nın yönetimini General Mac Artur’a devrini öngören anlaşmayı imzaladı.

2 Eylül 1945 ABD Başkanı Truman zafer ilan etti ve İkinci Dünya Savaşı sona erdi.

1 Ekim 1946 Nürmberg’teki yargılamalar sonucunda 12 Nazi ölüm, 2 Nazi ömür boyu, 5 Nazi de çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasını egemenlik ve bağımsızlık açısından önemi

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanmasını egemenlik ve bağımsızlık açısından değerlendiriniz.

Boğazlarımız, ülkemiz sınırlarında olan ve üzerinde sadece bizim egemen olmamız gereken alanlardır. Gerçek manada egemenliğini ve bağımsızlığını kazanmış bir ülkenin boğaz yönetimini başka milletlere bırakması düşünülemezdi. Bu sözleşme ile boğazların kontrolü bize bırakılmış oldu.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)

Boğazlar sorununun gelişim süreci

Türkler XIV. yüzyıldan başlayarak Boğazlara egemen olmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Boğazları başarılı bir şekilde savunmuşlar ve boğazlar üzerindeki egemenliğini yitirmemişlerdir.

1918 yılı başında Ruslar savaştan çekilmişler ve Boğazlar üzerindeki iddialarından o zaman için vazgeçmişlerdir. Ancak Osmanlı Devleti’de bir süre sonra savaşı kaybedince Mondros Ateşkes Antlaşması uyarınca tarihinde ilk kez Boğazları teslim etmek zorunda kalmıştır. Anlaşma Devletleri, Boğazları işgal ederek ortak yönetimlerine almışlardır.

Lozan’da Türk temsilcileri Boğazlar üzerindeki egemenliğimizin sınırsız olması için çok çalışmışlar ancak sorun tüm dünyayı ilgilendirdiği için bu konuda tam bir başarı elde edememişlerdir.

Boğazlar sorununun çözümü

1933 yılından başlamak üzere, 1935 yılı sonlarına doğru dünyanın siyasal durumu tehlikeli bir yola girmişti. İtalya’nın Akdeniz’deki istekleri ve hangi devlete ait olduğu bilinmeyen denizatlıların Marmara Denizi’nde görülmeye başlanması Türkiye’nin kaygılarının artmasına sebep oluyordu. İtalya ve Almanya’nın tutumları, bu konuda İngilizleri ve Fransızları Türkiye’nin yanında olmaya kadar getirdi. Sonuçta, İtalya dışında Lozan Barış Antlaşması’na imza atan devletler, Boğazlar sorununu tekrar görüşmeye razı oldular. Balkan Antantı daimi konseyi de 4 Mayıs 1936’da Belgrat toplantısında Türkiye’nin kaygılarını haklı bulmuş ve destekleme kararı almıştır.

İsviçre’nin Motrö (Montreux) kentinde yapılan Boğazlar Konferansı, 20 Temmuz 1936’da sözleşmenin imzalanması ile sonuçlandı. Böylelikle Lozan’da Boğazlara konulan bütün sınırlamalar kaldırılmış oldu. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Büyük Önder Atatürk’ün barış yoluyla sağladığı bir zaferdir.

Hatay’ın Anavatan’a katılması ile ilgili bilgi

Hatay’ın Anavatan’a katılması ile ilgili bilgi veriniz.

Hatay Sorunu (30 Temmuz 1939)

Türkiye-Suriye sınırı, 20 Ekim 1921’de Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile belirlendi. Buna göre Hatay Fransa yönetiminde bulunan Suriye’ye bırakıldı. Ancak Hatay’da özerk bir yönetim kuruldu, burada yaşayan Türklere geniş haklar tanındı. Hatay’da Türk kültürünün devam etmesine izin verilecek, okullarda Türkçe eğitim verilecek ve Hatay’da Türk parası geçerli olacaktı.

Avrupa’daki gelişmeler karşısında (II. Dünya Savaşı) Fransa, 1936’da Suriye üzerindeki manda yönetimini kaldırdı. Suriye Hatay üzerinde hak iddia etmeye başladı.

Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Hatay’ın geleceğine, Hatay’da oturanların karar vermesini istedi. Halk oylaması Fransa tarafından da kabul edildi. Yapılan halk oylaması sonucunda Bağımsız Hatay Devleti kuruldu (2 Eylül 1938). Hatay Türk Devleti Meclisi, Tayfur Sökmen’i cumhurbaşkanlığına, Abdurrahman Melek’i başbakanlığa seçti.

Hatay Türk Devleti Meclisi 29 Haziran 1939’da Hatay’ın anavatana katılmasını oybirliğiyle kabul etti. TBMM 30 Haziran 1939’da Hatay’ın anavatana katılmasını kabul etti.

NOT: Türkiye’nin ilk dış başarısı Hatay’ın anavatana katılmasıdır. Lozan Antlaşması’ndan sonra Misak-ı Milli sınırlarımız içinde kalan tek yer Hatay’dır.

Musul’un elden çıkmasının sebepleri nelerdir?

Musul’un elden çıkmasının sebepleri nelerdir?

Irak Sınırı ve Musul Sorunu (5 Haziran 1926)

Lozan barış görüşmelerinde Musul konusunda bir anlaşma sağlanamadı, Irak ile olan sınır çizilemedi. Lozan Antlaşması’na göre Musul sorunu, Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle çözüme kavuşturulacaktı.

Konu İngiltere ile aramızda 1924 yılında İstanbul’da ele alındı. İngiltere, Musul’un Irak’a ait olduğunu savundu. Çünkü Irak İngiltere’nin sömürgesiydi. İngiltere Musul bölgesindeki zengin petrol yataklarını istiyordu. Görüşmelerden sonuç alınamayınca konu Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Milletler Cemiyeti, Musul’un Irak’a ait olduğuna karar verdi. Ancak Türk Hükümeti Milletler Cemiyeti’nin kararını kabul etmedi.

Bu arada İngilizler, Türkiye-Irak sınırında bazı karışıklıklar ortaya çıkardılar. Şeyh Sait Ayaklanması’nın çıkmasında etkili oldular. Böylece Musul konusunda çıkabilecek bir savaşta Türkiye’yi güçsüz bırakmayı amaçladılar.

Türkiye bu yıllarda Şeyh Sait Ayaklanması ve bazı iç sorunlarla uğraştığı için Musul sorunuyla yeterince ilgilenememiştir.

5 Haziran 1926’da İngiltere ve TBMM arasında Ankara Antlaşması imzalandı. Buna göre;

  • Musul, İngiltere’nin mandası olan Irak’a bırakıldı.

  • Irak elde ettiği petrol gelirinin %10’unu 25 yıllık bir süre için Türkiye’ye verecekti (ancak Türkiye bu hakkından para karşılığı vazgeçmiştir).

  • Günümüzdeki Türkiye-Irak sınırı belirlendi.

Lozan Barış Antlaşması’na göre Türkiye’deki yabancı okullar sorunu nasıl bir sonuca bağlanmıştır?

Lozan Barış Antlaşması’na göre Türkiye’deki yabancı okullar sorunu nasıl bir sonuca bağlanmıştır?

Yabancı Okullar Sorunu (1925)

Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye’de yabancı okullar Türk yasalarına ve diğer okulların bağlı bulunduğu tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaktı.
1925 yılında çıkarılan yasa ile;

  • Yabancı okullarda Türk dili, Türk Tarihi ve Coğrafya dersleri ile Yurttaşlık Bilgisi Türk öğretmenleri tarafından okutulacak

  • Yabancı okullar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olacaklar ve Türk müfettişler tarafından denetleneceklerdi.


Türkiye’deki bazı yabancı okulların temsilcileri bu esaslara uymak istemediler, elçilikleri vasıtasıyla devletlerini işe karıştırmak istediler. Türk Hükümeti bunu bir iç sorun sayarak görüşme konusu yapmayı reddetti. Bu esaslara uymayan okullar kapatıldı, uyanlar eğitimlerini devam ettirdiler.

Millet olarak Atatürk’e olan bağlılığımızı göstermek için neler yapmalıyız?

Millet olarak Atatürk’e olan bağlılığımızı göstermek için neler yapmalıyız?

Atatürk'ün ilke ve inkilaplarına sahip çıkmalıyız. Kurduğu cumhuriyeti yaşatmak için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Vatanımızı ve milletimizi her şeyden çok sevmeli ve muasır medeniyetler zirvesine çıkmak için her türlü mücadeleyi vermeliyiz.

 

Atatürk’ün ölümünün Türkiye ve dünyayı derinden etkilemesinin nedenleri nelerdir?

Atatürk’ün ölümünün Türkiye ve dünyayı derinden etkilemesinin nedenlerini araştırınız.

Aşağıdaki sebeplerden dolayı, dünya milletlerini ve ülkemizi derinden etkilemiştir;


1-Türk milletinin önünü açan büyük bir lider olması,
2-Zamanının ötesinde öngörülerle halkını bilinçlendirmesi,
3-Büyük bir askeri deha olması,
4-Verdiği mücadele ile sömürgeci devletlere karşı zafer kazanmış olması,
5-Milli mücadele zaferinin ezilen milletlere örnek olması

Dünya milletleri şu tepkileri vermişlerdir;

ABD Başkanı Franklin Roosevelt

-” Atatürk’ün ölümüne bugün, haysiyetin artık bir hatıradan başka bir şey olmadığı bir alemde, büyük bir devlet adamı, büyük bir asker, yüksek derecede meziyet sahibi bir şahsiyet olarak ağlanmaktadır. ingiltere evvela cesur bir düşman, sonra da sadık bir dost tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır.” İngilizler

-Almanya, Atatürk’ün eserine ve mücadelesine hayrandır. onda, tarihi eseri hürriyeti seven bütün milletler için bir sembol olarak kalacak kudretli bir şahsiyet görmektedir. Atatürk tarihin büyükleri arasında ebedi bir surette gözükecektir. Türk milletine yeni bir medeniyet, kuvvetli ve feyizli yeni bir devlet miras bıraktı. Türkiye’nin Almanya’da haset edilmeksizin takdir ve teslim edilen bu mirası korumasını temenni ediyoruz.” Almanlar

-”Atatürk faal bir hayatla canlandırılmış olan milletinin yüreğinden yeni alevler fışkırtmıştır. Atatürk’ün faaliyeti bütün memleketin ruhuna girmiş, ona yapıcı hız vermiştir. Türkiye’nin birliği, büyük ülkülere bağlı olan gençliği, memleketin istikbali için birer zaman teşkil etmektedir. Türkiye bütün dünyanın takdirine layıktır ve Avrupa milletler ailesi içinde şerefli Türkiye’nin nüfuzu büyüktür.” Litvanyalılar

-”Türkiye’nin kederine bütün dost ve müttefikleri ve bilhassa Yugoslavya iştirak etmektedir. Yugoslavya, nüfuzu Avrpa’da olduğu gibi Asya milletleri arasında da seneden seneye artmakta olan modern büyük Türkiye’yi vücuda getirmiş olan Atatürk’ün adını hiçbir zaman unutmayacaktır.

Eserleriyle beşeriyetin üstüne çıkan bu inkılapçı, hayatı itibariyle insanlara en yakın olanlardan biriydi. esasen şahsiyetinin cazibesi ve hayatının sonuna kadar muhafaza ettiği otoritesinin sırrı bundadır.” Yugoslavlar

-”Neslimiz, hiçbir devlet ve millet inkılabının Atatürk tarafından yapılan kadar fevkalade olduğunu görmemiştir. ihtilala karışıklıklarında ortaya çıkan şeflerden hiçbiri bu kadar zorlukları yenememiştir. Harpten sonra dehşet ve sefalet halinde çıkmış olan büyük ve yeni Türkiye Atatürk’ün dimağında vücut bulmuştur. DÜNYA, BU HARP VE SULH KAHRAMANI BÜYÜK ADAMIN ÖLÜMÜ İLE FAKİR DÜŞMÜŞTÜR” Macarlar

-”O kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir diktatör değil, gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandı. ”  Alman Prof. Walter L. WRIHT Jr.

-”Atatürk Türkiye’ yi tek düşman kalmaksızın bırakmıştır. Bu zamanımızın hiçbir devlet şefinin başaramadığıdır. “ Alman Volkischer Beobachter Gazetesi

-”Çok büyük bir adamdı…bir siyasi dahiydi.”  Excelsior Gazetesi

-”Dünyanın, çağdaş, en büyük kişilerinden biri. “ Le Jour-Echo de Paris

-”Atatürk’ ün yurt kurtarıcı olduğunu, milletlerin en vefalısı  olan Türkler asla unutmayacaklardır. ” Fransız Noell Roger Gazetesi

-”Karşımdaki bu büyük adamda, keşfettiğim bu büyük meçhulde  maharet ve karakter o kadar iyi işlenmişti ki, sözlerinde
hiçbir şüphe aranamazdı.”  Fransız  yazar Claude Farrer

-”Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet
adamları; O’ nun 1930′da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş  felaketinin içine sürüklemişlerdir. SANERWIN Gazetesi

-”Yeni Türk Devleti ile Ankara Antlaşması’ nın imzalanması nedeniyle; “Bizi arkadan vurdu, dağ başındaki haydutlarla, Mustafa Kemallerle anlaştı” diyenlere Fransız Başbakanının Mecliste verdiği cevap: Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman Mustafa Kemal ve O’ nun tüm askerleri burada olsalardı teker teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum.” Fransız Başbakanı BRIAND

-”Çağımızda hiçbir isim Atatürk’ ün adı kadar büyük saygı yaratmamıştır.” İngiliz Observer

-”Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk’ tür.” Belçika Libre Belgique gazetesi

-”Türkiye’ yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam’ ını başımı en derin hürmetle eğerek selamlarım. “ İsviçreli Profesör MORRF

“Biz Çinliler, hepimiz bu mateme iştirak ediyoruz. Zira büyük bir milletin, çok sevilen büyük Ata’sının ölümü yalnız Türkiye için değil, aynı zamanda bizim kıtamızda ve bütün dünyada büyük bir boşluk bırakmaktadır.” Çinliler

19 Şubat 2014 Çarşamba

Atatürk’ün Hatay’ın Anavatan’a katılması konusunda verdiği mücadeleyi yansıtan bir araştırma

Atatürk’ün Hatay’ın Anavatan’a katılması konusunda verdiği mücadeleyi yansıtan bir araştırma yapınız.

Hatay'ın Anavatana Katılması (30 Haziran 1939)

Hatay'ın anavatana katılmasına çok önem veren Atatürk, Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde esir kalamaz sözünü muhakkak yerine getirmek istiyordu.

Fransızlar San Remo Konferansı'nda Suriye'nin bağımsız bir devlet olmasına karar vermişlerdi. Bu sırada Hatay meselesiyle ilgilenen Türkiye de Milletler Cemiyetine başvurarak, Hatay'a bağımsızlık verilmesini istedi. Milletler Cemiyeti, Hatay'da Türk çoğunluğunun bulunup bulunmadığını anlamak için plebisit yapılmasına karar verdi.

Türk Hükümeti bu koşulu kabul etmedi ve Milletler Cemiyeti ile ilgisini keserek, doğrudan doğruya Fransızlarla görüşmelere başladı. O sırada Atatürk, Mersin'e gelerek askeri kıtaları teftiş etti. Hatay'daki halk da Fransızlara karşı direnmeğe başladı. Nihayet Fransa ile Türkiye, Hatay'da iki ordunun işbirliği yapması için bir anlaşma imza ettiler (3 Temmuz 1938). İki gün sonra Türk askerleri halkın sevinç ve göz yaşları arasında Hatay'a girdiler. Bu olay hasta olan Atatürk'ü pek sevindirdi. Yurdun her köşesinden aldığı tebrik telgraflarına: Hatay milli meselemizin dostça tedbirlerle müspet neticeye ulaştırılmasından duyulan sevinç yerindedir cevabını verdi.

Hatay'da Türk çoğunluğuna dayanan bir cumhuriyet kuruldu. Bu devletin bayrağı tıpkı Türk bayrağı gibi, yalnız ay ve yıldızının içi kırmızıydı. Bu durum uzun zaman devam etmedi. 23 Haziran 1939'da Fransızlarla Ankara'da yapılan anlaşma ile Hatay anavatana katıldı.

Hatay Türk Devleti Meclisi 29 Haziran 1939'da Hatay'ın anavatana katılmasını oy birliği ile kabul etti 30 Haziran 1939'da Hatay Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine alındı.

Barış ve dostluk yolu ile kazanılan bu zafer yalnız ve ancak büyük Atatürk'ün eseridir. 


Süreç şöyle de izah edilebilir;

  • Halkının büyük çoğunluğu Türk olan ve Misakı millî sınırları içerisinde bulunan Hatay (İskenderun Sancağı), Fransa'yla 20 Ekim 1921'de imzaladığımız Ankara Antlaşması ile Suriye ile birlikte Fransız mandası altına girdi. O günün şartları gereği böyle bir karar almak zorunda kalan Türkiye, Hatay'daki Türklerin haklarının korunması ve bölgeye özerklik verilmesi için gerekli ortamı hazırlayacak hükümler eklemeyi de ihmal etmedi. Buna göre İskenderun bölgesi için özel bir yönetim kurulacaktı. Bölgede Türk kültürünün gelişmesi için her türlü imkândan yararlanılarak Türk dili resmî bir niteliğe sahip olacaktı.

  • Fransa manda yönetimi 1921'de İskenderun Özerk Sancağı'nı Halep'e bağladı. İskenderun Sancağı'nda kurulan bu statü, bölgede ve Türkiye'de olumsuz etkiye neden oldu. Fransa, 1926'da İskenderun Sancağı sınırları içinde, yapılan seçimler ve hazırlanan anayasa sonucunda burada "Bağımsız İskenderun Hükûmeti"ni kurdu. Bu durum, Suriye'de tepkilere yol açtı.

  • Fransa, ikinci bir kararnameyle bu hükümetin adını değiştirerek "Kuzey Suriye Hükümeti" adını verdi ve bundan sonra İskenderun Sancağı Şam'a bağlandı. Bölgede yaşayan Türk halkının bu gelişmelere büyük tepki göstermesi üzerine 1930'da Milletler Cemiyeti Mandalar Komisyonu İskenderun Sancağı'nın özel bir statüye tabi olduğunu kabul etti. Böylece, İskenderun Sancağı'nın mali ve yönetim özerkliği uluslararası bir belgeye bağlanmış oldu.

  • Fransa, 1935'te Suriye ve Lübnan üzerindeki mandasını kaldırdı. 9 Kasım 1936'da Suriye ile bir anlaşma yaparak İskenderun dâhil bölgedeki, bütün yetki ve haklarını Suriye Hükûmeti'ne devretti. Bu durum Türkiye tarafından tepkiyle karşılandı ve kabul edilmedi. Türk Hükümeti, 9 Eylül 1936'da, Milletler Cemiyetinde İskenderun sorunu hakkında Fransa'ya ikili görüşme yapılmasını önerdi. Fakat öneri kabul edilmedi.

  • Almanya ve İtalya'daki totaliter rejimlerin yayılmacı politikaları Fransa'yı Hatay konusunda anlaşmaya zorlamaktaydı. Türkiye ise sorunlarını diplomasi yoluyla çözen ve dostluğu aranan bir devlet olmuştu.

  • Türkiye, 9 Ekim 1936'da, Fransa'ya bir nota vererek Suriye ve Lübnan'a olduğu gibi İskenderun Sancağı'na da bağımsızlık verilmesini istedi. Fransa, İskenderun Sancağı'nın bağımsızlığının tanınması hâlinde Suriye'nin parçalanmış olacağını, buna da kendisinin yetkili olmadığını bildirdi. Türkiye'nin isteğinde ısrarı üzerine Fransa, sorunu Milletler Cemiyetine götürmeyi önerdi. Türkiye bunu kabul etti.

  • Hatay Meselesi ile çok yakından ilgilenen Atatürk, bu konuya Türkiye'nin verdiği önemi, 1 Kasım 1936'da Millet Meclisinin açılış konuşmasında şöyle belirtmiştir: "Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan İskenderun-Antakya' ve havalisinin mukadderatıdır."

  • İskenderun sorunu, 14 Aralık 1936'da, Milletler Cemiyetinde ele alınarak Sancak için yeni bir statü kabul edildi. Buna göre İskenderun ve Antakya iç işlerinde tam bağımsız, dış işlerinde Suriye'ye bağlı, kendisine özgü bir anayasa ile yönetilen bir statüye kavuşturuldu.

  • 1937'de Türkiye ile Fransa arasında imzalanan bir antlaşma ile Sancak'ın toprak bütünlüğü güvence altına alındı.

  • Türkiye, Hatay'da oluşturulacak yeni statüsünün hemen uygulanmasını istedi. Fransızların olumsuz tavrı iki ülke arasındaki ilişkileri gerginleşti. Türkiye, Milletler Cemiyeti nezdinde durumu protesto ederek Hatay sınırına asker yığmaya başladı. Siyasi gelişmelere paralel olarak Fransa, Hatay'la ilgili tavrını yumuşattı. 6 Haziran 1938'de Hatay'daki valisini geri çekerek yerine bir Türk vali atadı. Daha sonra iki ülke arasında anlaşma ile Hatay'ın toprak bütünlüğü ve siyasi statüsünün ortaklaşa korunması kararlaştırıldı ve 5 Temmuz 1938'de, Türk askeri Hatay'a girdi.

  • Türkiye ve Fransa'nın gözetimi altında Hatay Meclisi için seçimler yapıldı. Eylül 1938'de Sancak Millet Meclisi, ilk toplantısını yaparak Hatay Cumhuriyeti'nin kurulduğunu ilan etti. Cumhurbaşkanlığına Tayfur Sökmen seçilirken Başbakanlığına da Abdurrahman Melek atandı. Türkiye Cumhuriyeti kanunları ve parası kabul edildi.

  • Hatay Devleti yöneticileri, Türkiye'ye katılmak isteğinde bulundular. Avrupa'da savaş ortamına girilmesi Fransa ve İngiltere'yi Türkiye'ye yaklaştırdı. Fransa ile yapılan anlaşma sonucu Fransa, askerlerini bölgeden çekerek Hatay'ın Türkiye'ye katılmasını kabul etti.

  • Hatay Millet Meclisi, 23 Haziran 1939 günü yaptığı toplantıda oy birliği ile Anavatan'a katılmak kararını alarak Hatay Devleti'ne son verdi. Aynı gün Fransa imzalanan Ankara Anlaşması ile Hatay'ınTürkiye'ye katılmasını kabul etti ve bir süre sonra Hatay'dan çekildi. TBMM 30 Haziran 1939'da, Ankara Antlaşması'nı onayladı. 23 Temmuz 1939 günü yapılan törenle de Hatay Türkiye'ye katıldı.

Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış!” sözünü millî dış politika çerçevesinde açıklayınız?

Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış!” sözünü millî dış politika çerçevesinde açıklayınız?

Milli dış politika, bir milletin kendine has değerlerini ifade edebildiği, kendi milli menfaatlerine uygun bir politika uygulayabildikleri bir anlayışı ifade eder. Türk milleti için en uygun iç ve dış politika sulh ve barış ile mümkündür. Türk milleti sulhu savaşa tercih eder.

Milli mücadele sonrası büyük bir yıkım yaşayan Türk milleti ancak sulh ortamında gerçekleşen rahat ortamda tamir ve ve tedavi edilebilirdi. Bu doğrultuda daha sonra gerçekleşen 2. dünya savaşında da, diğer savaşlarda da barışçıl bir tutum sergilendi.

“Bağımsız dış politika” kavramından ne anlıyorsunuz?

Bağımsız dış politika” kavramından ne anlıyorsunuz?

Bir milletin yurt içinde kendini yönetme hakkı olduğu gibi, dünya ile ilgili de çeşitli projeleri, ve kendine has öngörüleri vardır. Kendini ifade ederken, projelerini hayata geçirip geliştirirken, dış müdahalelere uğraması özgürlüğünü zedeler.

Her şeyden önce bağımsız ve hür bir dış politika ile ancak kendini tam olarak ifade edebilir, hem de işlerini düzene koyabilir. O halde her şeyden önce bağımsız bir dış politika oluşturmak gerekmektedir. Bu iç politikadaki bağımsızlığın da bir ön şartıdır denilebilir.

Milliyetçilik ilkesinin Türk toplumuna kazandırdıkları nelerdir?

Milliyetçilik ilkesinin Türk toplumuna kazandırdıklarını açıklayınız.

- Tarih boyunca bir arada yaşayan Türk milleti Atatürk'ün getirdiği milliyetçilik anlayışı ile milli birlik ve beraberliği gerçekleştirmiştir.
- Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasını ve inkılapların başarıya ulaşmasını sağlamıştır.
- Milletimizin iç ve dış tehditler karşısında bütünleşmesini sağlamıştır.
- Kurtuluş Savaşımızın kazanılmasını sağlamıştır.
- Türk toplumunu din, mezhep, ırk ve sınıf kavgalarından korumuş, milli birlik ve beraberliğimizi güçlendirmiştir.

Osmanlı Devleti'ni yıkan milliyetçilik düşüncesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerinden biri olmuştur.

Milliyetçilik doğrultusunda gerçekleştirilen çalışmalar şunlardır:

     Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması,

     Ekonominin milli temellere dayandırılması,

     Kapitülasyonların kaldırılması,

     Kabotaj Kanunu'nun çıkartılması,

     Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarının kurulması,

     Eğitimin milli esaslara göre düzenlenmesi,

     Milli Kültürün gelişmesi için çalışılması vb.

Cumhuriyet yönetiminin topluma sağladığı faydalar nelerdir?

Cumhuriyet yönetiminin topluma sağladığı faydalar nelerdir?

Akla ve bilime en uygun yönetim şekli olan cumhuriyet, milletin kendi kendisini yönetmesidir. Toplum ihtiyaçlarını gidermeye en uygun devlet şekli olmakla birlikte, demokrasiyi geliştiren en iyi sistemdir.

Toplumu oluşturan bütün bireylerin hak ve özgürlükleri cumhuriyet rejimi ile güvence altına alınabilir. İşte bu yüzden Atatürk’ün cumhuriyetçilik ilkesi oldukça önemli bir ilkedir. İnsanların devlet yönetimine katılımını ve bütün yasalar karşısında eşitliği savunan bir ilkedir. Cumhuriyet rejiminin her daim devamını savunan bu ilke sayesinde Türk toplumu, yasalar çerçevesinde dilediği gibi yaşama ve hak arama özgürlüğüne kavuşmuştur. Ülke yönetiminde söz sahibi olma fırsatını elde etmiştir.

Türk milleti, cumhuriyetin getirdiği bu olanaklar ile kısa zamanda çağdaşlaşma yolunda önemli ilerlemeler sağlamıştır. Bugün milletçe sahip olduğumuz olanaklar, cumhuriyetin Türk toplumuna kazandırdığı faydalardır. Çağdaşlaşmanın ve ileriye gitmenin baş koşulu cumhuriyettir. Bu nedenden dolayı Atatürk, cumhuriyetçilik ilkesini, Türk İnkılabı’nın birinci ilkesi kabul etmiştir. Cumhuriyet yönetimi, Türkiye’de çağdaşlaşmanın, yenileşmenin ve ileriye gitmenin yolunu açmıştır.

Cumhuriyet yönetiminin özellikleri nelerdir?

Cumhuriyet yönetiminin özelliklerini belirterek bu yönetimin topluma sağladığı faydaları açıklayınız.

Cumhuriyet rejiminin bütün vatandaşları yasa önünde eşit sayması, onlar arasında hiçbir ayrıcalık tanımaması, onların devlet yönetimine eşit olarak katılımını sağlaması, vatandaşların temel hak ve özgürlüklerini devlet teminatı altına alışı, milli birlik ve beraberliğimiz açısından da birleştirici ve pekiştirici olmuş, milli sınırlarımız içinde hiçbir ayrıcalık yapmaksızın bütün vatandaşlarımızın paylaştığı, yararlandığı, bu nedenle korumaya ve yaşatmaya kararlı olduğu bir yönetim haline gelmiştir.

Cumhuriyet rejimi aynı zamanda insan unsuruna verdiği değer, insan hak ve özgürlüklerine gösterdiği saygı nedeniyledir ki çağdaşlaşmayı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı en iyi şekilde gerçekleştiren bir ortam oluşturmuştur. Diyebiliriz ki Türkiye'nin çağ atlaması, milletimizin Atatürk'ün önderliğinde her türlü engeli aşarak uygar bir toplum haline gelişi, laik ve demokratik cumhuriyet rejimi sayesinde mümkün olabilmiştir.

İşte bize kazandırdığı bu değerler nedeniyle laik ve demokratik Cumhuriyet rejimi, memleketimizin ve devletimizin geleceği bakımından o derece önemlidir ki, Anayasamızda "Türkiye Cumhuriyeti'nin idare şeklinin Cumhuriyet olduğu" hükmünün değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği ayrı bir anayasa maddesiyle teminat altına alınmıştır.

Atatürk İlkelerinin Ortak Özellikleri Nelerdir?

Atatürk İlkelerinin Ortak Özellikleri

  • Türk toplumunun ihtiyaçlarından doğdu.

  • Kabul edilmesinde hiçbir iç ve dış baskı yoktur.

  • Akla ve mantığa uygundur.

  • Atatürk tarafından hem sözle hem de uygulama ile belirlendi.

  • Birbirinden ayrılamaz, tek tek değerlendirilemez, bir bütünü oluşturan öğelerdir.

  • Türk milliyetçiliğine dayanır, milli bir nitelik taşır.

  • Gücünü Türk Tarihi ve Türk Töresinden alır.

Atatürk İlke ve İnkılâplarının Dayandığı Temel Esaslar Nelerdir?

Atatürk İlke ve İnkılâplarının Dayandığı Temel Esaslar 

  • Milli Tarih bilinci

  • Vatan ve millet sevgisi

  • Milli dil

  • Milli bağımsızlık ve özgürlük

  • Egemenliğin millete ait olması

  • Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine yükselmek

  • Milli kültürün geliştirilmesi

  • Türk milletine inanmak ve güvenmek

  • Milli birlik ve beraberlik, ülke bütünlüğü

  • Barışçılık

  • Akılcılık

Atatürkçü düşünce sisteminde “millî güç unsurları” nelerdir?

Atatürkçü düşünce sisteminde “millî güç unsurları” nelerdir?

Atatürkçü düşüncede milli güç unsurlarını siyasi, ekonomik, askeri ve sosyokültürel güç unsurları olarak sıralayabiliriz.

Siyasi Güç

Atatürkçü Düşünce Sistemi’nde siyasi güç, milli egemenliğe ve demokratik düşüncenin gelişmesine dayanır. Bu hedefin esası, devletin gücünü milletten alması, siyasetin millet iradesine göre çizilmesidir. Kalıplaşmış düşünceleri reddeden bu sistem, tüm yeniliklere açıktır. Atatürkçülük, siyaseti çağdaş usullerle yaparak devletin gücünü arttırmayı amaçlar. Atatürk’e göre siyasi gücün zayıflaması, devletin ve demokrasinin geleceğini tehlikeye düşürür.

Ekonomik Güç

Bir ülkedeki üretim, dağıtım ve tüketim durumlarıyla ilgili her türlü faaliyet, ekonomi konusunun içerisinde yer alır. Atatürkçü Düşünce Sistemi’nde ekonominin de milli bir nitelik göstermesi gerekir. İşte bu yüzden, topluma yön veren en önemli etkinliklerden olan milli ekonomi (Ekonomik Güç), Atatürkçülüğün temel hedeflerinden biridir.

Askeri Güç

Türkiye’nin güçlenip kalkınması için milli güç unsurları arasında önemli bir yere sahiptir. Coğrafi açıdan her türlü iç ve dış tehditlere açık olan Türkiye’nin, her zaman için güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. Ekonomik kalkınmanın tam manasıyla sağlanabilmesi, öncelikli olarak ülke güvenliğin tam anlamıyla sağlanabilmesinden geçmektedir. İşte bu yüzden Atatürk, her dönemde Türk ordusuna ayrı bir önem vermiştir. Yeni Türk devletinin kurulmasıyla ordu, yurt savunmasında, siyasi ve ekonomik gücün etkili olabilmesinde en büyük güvencelerden biri olmuştur. Askeri güç sayesinde Kurtuluş Savaş’ı kazanılarak, siyasi ve ekonomik bağımsızlığa ulaşılmıştır.

Sosyokültürel Güç

Eğitimli, teknik bilgilere sahip, kültürlü insanların oluşturduğu güçtür. Kültür yoluyla kazanılacak sosyokültürel gücün öğeleri içerisinde insanın niteliği, yetişme düzeyi, dini inançları, tarihi ve kökeni, örf ve adetleri ile milli birlik ve beraberlik yer alır. Atatürk, toplumun kültürel değişimine büyük önem veriyordu. Türk toplumunun çağın gereklerine göre gelişebilmesini bilim ve teknolojiye bağlayan büyük önder, bireyden başlayarak halkı eğitmek, halkın bilgi düzeyini yükseltmek kısacası, bütün milleti eğitimle aydın olarak yetiştirmek istiyordu.

kaynak: http://www.ataturkdevrimleri.com/yazi-423-ataturkcu-dusunce-sistemi-nde-milli-guc-unsurlari.html

Atatürkçü düşünce sisteminin dayandığı temel ilkeler nelerdir?

Atatürkçü düşünce sisteminin dayandığı temel ilkeleri söyleyiniz.

Atatürk İlkeleri: Atatürk’ün inkılâplarını gerçekleştirirken uyguladığı yöntemlerin dayandığı esasların sistemidir.

Atatürkçülük; Atatürk'ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan, Türk Devleti'nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî egemenliğini, kişi özgürlüğünü, çağdaş olmayı amaçlayan, akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.

TÜRK İNKILÂBININ DAYANDIĞI TEMEL İLKELER

Temel İlkeler:

1. Cumhuriyetçilik.

2. Milliyetçilik.

3. Halkçılık.

4. Laiklik.

5. Devletçilik.

6. İnkılapçılık.

Türk inkılabının başka milletler tarafından örnek alınması hangi nedenlere dayandırılabilir?

Türk inkılabının başka milletler tarafından örnek alınması hangi nedenlere dayandırılabilir?

En zor şartlar altında, bütün dünya milletlerine karşı zaferle sonuçlandırılmış bir savaş, tüm ezilmiş ve sömürgeleştirilmiş milletler için bir umut ışığı olmuş, yıkılmış ve darmadağan olmuş bir ülkeyi küllerinden diriltmiş bir inkilap, başka milletler için de örnek teşkil etmiştir.

Atatürk ilke ve inkilaplarını sonsuza kadar yaşatmak için nelere dikkat etmeliyiz?

Atatürk ilke ve inkilaplarını sonsuza kadar yaşatmak için nelere dikkat etmeliyiz?

Atatürk'ün büyük bir özveriyle kurduğu ve bizlere emanet ettiği en büyük eseri Türkiye Cumhuriyeti'nin ebediyen yaşaması, onun ilke ve inkılaplarına sahip çıkması ile olur. Çünkü bu ilke ve inkılaplar Türkiye'nin gelişmesinin yegane çizgisidir. Türk insanına düsen görev önce Atatürk ilke ve inkılaplarını öğrenmek ve onların etrafında kenetlenmek, sonra da Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza kadar yaşatmak olmalıdır. Zira Atatürk İlke ve İnkılapları Türk insanının önemli ülküsü ve idealleridir.

Atatürkçü düşünce sisteminin milli ve çağdaş değerler üstüne kurulmasının nedenleri nelerdir?

Atatürkçü düşünce sisteminin milli ve çağdaş değerler üstüne kurulmasının nedenleri nelerdir?

Bu milletin en temel değerleri, kendi öz varlığından kaynaklanan milli değerleri ve kazanımlarıdır. Eğer milleti ayağa kaldırmak istiyorsak, milli kazanımları günün çağdaş değerleriyle harmanlamak ve yeni bir anlayışla uygulamak gerekir.

Kendi özümüzü, öz kültür ve milli benliğimizi kaybetmeden, çağdaş kazanımları elde etmeli, hem çağdaş olmalı, hem de farklı olduğumuzu ortaya koymalıyız.

"Atatürk ilkeleri bir makineyi oluşturan parçalar gibidir" sözünün anlamı ve açıklaması nedir?

"Atatürk ilkeleri bir makineyi oluşturan parçalar gibidir" sözünün anlamı ve açıklaması nedir?

Atatürk'ün ilkeleri, bu ülkeyi tekrar ayağa kaldırmak için ortaya konulmuş bütüncül bir sistemdir. Milliyetçiliği halkçılıktan, laikliği devletçilikten ayıramayız. Cumhuriyetçilik ile laiklik birbirini bütünler. Bir tanesini çıkarmak bütün ilkeleri zaafa uğratır ve uygulanmalarını zorlaştırır.

Türk inkilabının Fransız ve Japon inkilapları ile benzer ve farklı yönleri nelerdir?

Türk inkilabının Fransız ve Japon inkilapları ile benzer ve farklı yönleri nelerdir?

Meiji dönemi (明治時代 Meiji-jidai?) veya Meiji devri, İmparator Meiji’nin 45 yıllık saltanatını kapsar, Gregoryen takvimine göre 23 Ekim 1868’den 30 Temmuz 1912’ye kadar sürmüştür. Bu süre zarfında Japonya çağdaşlaşmıştır ve dünyada güçlü bir statüye yükselmiştir. Bu devrin adı (年号, nengō) “Aydınlanmış Yönetimin Dönemi”dir.

Türk imkilabı da japonyada olan batılılaşma ve çağdaşlaşma hareketleriyle aynı özellikleri gösterir. Ancak ülkemizde batılılaşma hareketleri çok önceden başlamıştı. En yoğun olduğu dönem Atatürk dönemidir.

Fransız inkilabı, milliyetçilik ve hürriyet fikirlerini barındırır. Türk inkilabında da bu fikirler çok önemli bir yere sahiptir.

Devlet yönetiminde dinin etkin kılınma anlayışının amaçları neler olabilir?

Devlet yönetiminde dinin etkin kılınma anlayışının amaçları neler olabilir? Modern devletler bu anlayışı neden terketmişlerdir?

Dinin etkin kılınması temel olarak devlet idarecilerinin aşırı dindar olmalarından ya da dini suistimal etme düşüncelerinden kaynaklanabilir. İnsanların dini düşüncelerini devleti yaşatacak bir temel disiplin olarak görmelerinden, ya da insanların dini duygularını önemseyen kuralları uygulayarak insanları mutlu etme gayretinden de kaynaklanabilir.

Modern devletlerde laik disiplinler hakim olmuş, devlet din duygusunu hiçe saymadan bütün halkı kuşatıcı devlet kuralları uygulamayı uygun görmüştür. Bunun sebebi değişen zamanla birlikte çoğulcu anlayışın hakim olması ve birden çok din barındıran devletlerde tüm halkın dini duygularını yaşayabilmesinin ancak bu şekilde garanti altına alınabilmesidir.