Gölgemizin boyu günün değişen saatlerinde ayni midir?
Gölge günün değişen saatlerinde güneşin yönüne ve geliş açısına göre, küçülür ya da büyür.
30 Eylül 2012 Pazar
Sicaklik gün içinde ve yil boyunca neden azalir?
SICAKLIKYeryüzündeki sıcaklığın kaynağı Güneş’tir. Yeryüzünün Güneş’ten aldığı ısı miktarına sıcaklık denir. Termometre ile ölçülür. Sıcaklığın birimi santigrat derece (°C) dir.Güneşten dünyamıza gelen enerji sabittir. Ancak, Güneş’ten gelen enerjinin tümü yeryüzüne kadar ulaşamaz. Bir kısmı atmosferde tutulur, bir kısmı atmosferin yüzeyinden geri yansır. SICAKLIK TERSELMESİ (INVERSİON)Kışın soğuk ve durgun havalarda soğuk hava ağırlaşarak çukur alanlara çöker. Sıcak hava da onun üzerinde yükselir. Böylece yükseldikçe sıcaklık azalacağı yerde artar . Buna sıcaklık terselmesi denir. Bu olay kışın şehirlerde hava kirliliğini daha da artırır. SICAKLIĞIN DAĞILIŞINDA ETKİLİ FAKTÖRLER1. GÜNEŞ IŞINLARININ DÜŞME AÇISIIşınların düşme açısı küçüldükçe atmosferdeki yolu uzar. Tutulma artar. Sıcaklık azalır. Ayrıca ışınlar küçük açıyla geldiğinde daha geniş alan aydınlanır ve birim alana düşen enerji azalır. A-ENLEM VEYA DÜNYANIN ŞEKLİEnlemin veya yerin şeklinin etkisiyle güneş ışınlarının düşme açısı kutuplara doğru küçülür ve sıcaklık azalır. Sıcaklığın dağılışında enlemin etkisine örnekler;Ekvator çevresinden gelen rüzgarlar sıcaklığı artırırken , kutup bölgesinden gelenler sıcaklığı düşürür. Kutuplara yakın yerden gelen okyanus akıntıları soğuk iken, Ekvatora yakın yerden gelenler sıcak su akıntısı şeklindedir. Tarımın yükselti sınırı, Toktağan kar sınırı (Daimi kar sınırı), Orman üst sınırı ve yerleşme sınırı kutuplara doğru azalır. Bitki örtüsü aralıksız kuşaklar oluşturur.
Denizlerin sıcaklığı ve tuzluluğu kutuplara doğru azalır.Güney kıyılarımızın sıcaklığı kuzey kıyılarımızdan daha yüksektir.Deniz turizmi en erken Akdeniz Bölgesi'nde başlar en uzun süre devam eder. Akarsuların donma süresi kutuplara doğru uzar. ***NOT***Sıcaklık kutuplara doğru azalması gerekirken artıyorsa veya aynı enlem üzerinde sıcaklık farkı var ise bu durum sıcaklığın dağılışında enlemin etkisine ters bir durumdur.Örnek: Dünyanın en sıcak yerlerinin dönenceler civarı olması.Ekvatoral bölgede daimi karlar görülmesi.Yurdumuzda sıcaklığın Batı Anadolu'dan Doğu Anadolu'ya doğru azalması.Sıcaklığın kutuplara doğru düzenli bir biçimde azalmasını engelleyen en önemli faktör yer şekilleri ( yükselti,eğim,bakı)dir. Ayrıca okyanus akıntılarındaki farklılık ile denize göre konum farkıdır. B-GÜNLÜK HAREKETGüneş ışınlarının düşme açısı günün her saatinde değişir. Gün içinde en yüksek sıcaklıklar tam öğle vakti değil, öğleden birkaç saat sonra (12:00-14:00) görülür. Sebebi; enerji birikimidir. Bu da güneşlenme süresi ile ilgilidir. Günün en soğuk vakti, güneş doğmadan önceki vakittir. Sebebi gündüz alınan enerjinin gece boyunca uzaya geri yansımasıdır C-MEVSİMLER (EKSEN EĞİKLİĞİ)Eksen eğikliğinden dolayı güneş ışınlarının düşme açısı yıl boyunca değişir. Bu değişim Ekvatora yakın yerlerde az olduğundan, buralarda yıllık sıcaklık farkı azdır. Ekvatordan uzaklaştıkça değişim artar ve yıllık sıcaklık farkı da artar.Güneş ışınlarının düşme açısında meydana gelen değişimden dolayı Kuzey yarım kürede en sıcak aylar ; temmuz ve ağustostur. Güney yarım kürede ise en sıcak aylar ocak ve şubattır. D-EĞİM VE BAKI ETKİSİIşınların düşme açısı eğim ve bakı durumuna göre değişir.Bakının sıcaklık dağılışı üzerindeki etkisi en fazla ılıman kuşakta görülür.Bakıdan dolayı Türkiye’de dağların güney yamaçları daha sıcaktır. Bakıdan dolayı güneşe dönük yamaçlarda;Güneşlenme süresi daha uzundur.Güneşlenme süresi arttıkça sıcaklık artar.Güneş ışınlarının düşme açısı daha büyüktür. Sıcaklık daha fazladır.Tarımın yükselti sınırı, orman üst sınırı, toktağan kar (daimi kar ) sınırı daha yüksektir.Aynı tür bitkiler daha erken olgunlaşır.Karlar daha erken erir.
2.YÜKSELTİYükseldikçe her 200 m de 1 °C sıcaklık azalır.Sebepleri: Troposferin daha çok yerden yansıyan ışınlarla ısınmasıdır.Ayrıca sıcaklığı tutan nem ve karbondioksit gibi gazların yere yakınyerlerde olmasıdır. Sıcaklığın dağılışında yükseltinin etkisine örneklerEkvatoral bölgede daimi karlar görülmesi.Yükselici hava hareketlerinin yağış bırakması.Yükseklere kar yağarken, alçaklara yağmur yağması.Bir dağ yamacı boyunca yükseldikçe bitki örtüsünün değişmesi.Ege ,İç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde yetişebilen bir tarım ürünün en geç Doğu Anadolu Bölgesi’nde hasat edilmesi. Nem bir yerin fazla ısınmasını ve soğumasını önler. Sıcaklık dengesini sağlar. Nemliliğin fazla olduğu bir yerde hava geç ısınır, geç soğur. Sıcaklık farkı az olur(Denizel iklimlerde olduğu gibi) Nemlilik az ise ; hava çabuk ısınır, çabuk soğur. Sıcaklık farkı fazla olur (Karasal iklimlerde olduğu gibi) . Yükseklere çıkıldıkça nem oranı azalır. Bu sebeple yüksek bir yerde hava çabuk ısınır, çabuk soğur. Kışın bulutlu gecelerde hava ılıktır. Sebebi yerin ısı kaybının azalmasıdır. Kışın havanın açık olduğu günlerde hava ayaz yapar. Yansıma ile ısı kaybı fazla olduğu için.3.NEM MİKTARI 4.KARA VE DENİZLERİN DAĞILIŞI ile FARKLI ISINMA ÖZELLİĞİ Kuzey Yarım Küre'de karalar daha fazladır. Bunun sonucunda;Yıllık sıcaklık ortalaması G.Y.K den 2-4 °C daha fazladır.İzoterm eğrileri çok fazla girinti –çıkıntı yapar.Yıllık sıcaklık farkı fazladır. Karalar denizlere göre erken ısınır , erken soğur. Denizler ise geç ısınır, geç soğur. Bunun sonucunda;Kışın denizden karaya doğru esen rüzgarlar havayı ılımanlaştırırken, yazın havayı serinletir.Kara-deniz meltemleri ile muson rüzgarları oluşur.K.Y.K 'de en sıcak dönem karalarda Temmuz iken, denizlerde Ağustos, en soğuk dönem karalarda Ocak iken, denizlerde Şubat olması kara ve denizlerin farklı ısınma özelliğinden kaynaklanır. 5.OKYANUS AKINTILARI Genellikle Kutuplara yakın yeden gelen akıntılar soğuk iken , Ekvator çevresinden gelenler sıcaktır.Okyanus akıntılarının farklılığından dolayıBatı Avrupa ve K.Amerika'nın batı kıyıları aynı enlemde yer alan Asya'nın ve K.Amerika'nın doğu kıyılarından daha sıcaktır. Not: Aynı enlemde ve okyanus kıyısında sıcaklık farkı oluşmuş ise bunun en önemli sebebi okyanus akıntılarının farklılığıdır. Okyanus akıntılarının karşılaşım alanlarında balıkçık çok gelişmiştir. Sebebi; balıklar için önemli besin kaynağı olan planktonların çok fazla olmasıdır.Ör: Japonya ve Norveç. Kutup bölgesine yakın alanlardan gelen rüzgarlar sıcaklığı düşürürken , Ekvatora yakın alanlardan gelenler sıcaklığı artırır.6.RÜZGARLARIN ESME YÖNÜDenizden esen rüzgarlar kışın ılıtıcı, yazın serinletici etki yaparlar 7.Bitki Örtüsü ve Zeminin ÖzelliğiBitki örtüsü, güneş ışınlarının bir kısmını emerek gündüz yerin fazla ısınmasını önler. Gece ise, yerden ışıyan sıcaklığın bir bölümünü tutarak fazla soğumayı engeller. Bunun sonucunda, bitki örtüsünün gür olduğu alanlar ile seyrek olduğu alanlar arasında, sıcaklığın dağılışı açısından önemli farklar ortaya çıkar.
İZOTERM HARİTALARIGERÇEK İZOTERM HARİTALARIYükseltinin etkisi dikkate alınarak çizilen sıcaklık haritalarıdır.İNDİRGENMİŞ İZOTERM HARİTALARIHer yer deniz seviyesinde kabul edilir. Yükseltinin etkisi ortadan kaldırılmıştır. Yani, bütün yükseltilerin sıcaklığı her 200 m de 1 °C artırılarak deniz seviyesine indirgenir.Sıcaklığın farklı dağılışında yer şekillerinin (Yükselti, eğim, bakı ve dağların uzanış doğrultusu) etkisi ortadan kaldırılarak çizilir.NOTBir yerin gerçek sıcaklığı ile indirgenmiş sıcaklığı arasında fark fazla ise o yerin yükseltisi fazladır. Fark az ise yükselti de azdır
Sıcaklık İle ilgili Problemler
Örnek 1: Bir yerin gerçek sıcaklığı (-5 °C) , indirgenmiş sıcaklığı ise 17°C ise bu yerin denizden yüksekliği kaç metredir?Cevap: 17- (-5)= 17+5=22 °C
200 m'de 1°C değiştiğinden, 22x200=4400 metredir.
Örnek 2 : 2900 m'de ölçülen sıcaklık (-8 °C) ise bu yerin indirgenmiş sıcaklığı kaç °C 'dir?Cevap: 2900/200=14,5 °C sıcaklık artacaktır.Buna göre (-8)+14,5=6,5 °C 'dirÖrnek 3 : 1800 m yükseklikteki bir merkezin indirgenmiş sıcaklığı 25 °C ise bu yerin gerçek sıcaklığı kaç °C olurdu?Cevap: 1800/200= 9°C sıcaklık azalacaktır.Buna göre, 25-9= 16 °C 'dir.
TERMİK EKVATOR ÇİZGİSİMeridyenlerin en sıcak noktalarının birleştirilmesiyle elde edilen çizgidir. Yer ekvatoruna göre sapmalar gösterir. Sebepleri: Okyanus akıntılarının farklılığı ve karasallıktır.
SICAKLIK TERSELMESİKışın soğuk ve durgun havalarda soğuk hava ağırlaşarak çukur alanlara çöker. Sıcak hava da onun üzerinde yükselir. Böylece yükseldikçe sıcaklık azalacağı yerde artar . Buna sıcaklık terselmesidenir. Bu olay kışın şehirlerde hava kirliliğini daha da artırır.
Kutuplara gidildikçe sicaklik neden azalir?
Haritalar olmasaydi yaşamimizda hangi zorluklarla karşilaşirdik?
Haritalar olmasaydi yaşamimizda hangi zorluklarla karşilaşirdik?
Harita bir ülkenin kartvizitidir. Haritanın bir estetik, bir güzellik sembolünün ve araziyi doğru olarak temsil etmesinin yanında bir haritanın bir çok proje çalışmalarında altlık olarak kullanılması, bir çok işlemlerde el atılan ilk gereksinimlerden biri olması ve haritasız hiç bir teknik projenin yapılamaması ve yürütülememesi haritanın ne denli önemli bir araç olduğunu göstermektedir. Aşağıda haritaların hangi alanlarda yararlı olduğu sıralanmıştır:
Yurt savunması ve güvenliğin sağlanması,
Sınır anlaşmazlıklarının çözümlenmesi,
Taşınmazmallara ilişkin hakların devlet güvencesi altında tutulması ve bu haklara ilişkin işlerin yürütülmesi,
Baraj yerlerinin seçimi, inşaatı ve gerekli teknik ve parasal durumun, su örtüsünün ve dolayısı ile su altında kalacak ve sulanacak alanın ve parsellerin saptanması,
Arazi düzenleme çalışmaları, arazi toplulaştırılması, birleştirilmesi veya ayrımının bilimsel, ekonomik, enuygun ve duyarlı biçimde yapılması,
Toprak reformunun uygun, geçerli ve öncelikle gerçekleşmesinin sağlanması,
Sulama ve kurutma çalışmaları için gereken ön projelerin hazırlanmasında ve sonraki uygulamasında enuygun ekonomik, duyarlı yararlı ve olumlu sonuçların alınması,
Kara ve demiryolu geçkilerinin seçiminde ve yapımında teknik ve parasal hesaplarında uygun, bilimsel ve ekonomik yolun seçiminin sağlanması,
Hava alanlarının seçiminde ve yapımında en teknik ve uygun durumun saptanması,
Orman sınırlarının saptanmasında, amenajman çalışmalarında, sahil düzenlemelerinde, fidanlık ve parkların tasarlanmasında, projelerin hazırlanmasında ve yersel aplikasyonlarında rehber ve dayanak olarak kullanılması,
İmar planlarının düzenlenmesi ve uygulanması,
Kanalizasyon, elektrifikasyon ve içme suyu şebeke projelerinin hazırlanmasında ve yersel aplikasyonlarında gerçekleşmenin ve ekonominin elde edilebilmesi,
Taşınmazmal sahiplerinin mülklerinden kredi ve rehin gibi yollarla kanuni haklardan tam olarak yararlanabilmelerinin sağlanması,
Kamulaştırma işlemlerinin düzgün ve hakça yapılmasının sağlanması,
Sahip olunan arazinin yeterince değerlendirme olanaklarının yaratılmasının ve kolaylaştırılmasının sağlanması
Turistik alanlarda yatırım yapılabilmesi ve değerlendirilebilmesi vs.
Harita bir ülkenin kartvizitidir. Haritanın bir estetik, bir güzellik sembolünün ve araziyi doğru olarak temsil etmesinin yanında bir haritanın bir çok proje çalışmalarında altlık olarak kullanılması, bir çok işlemlerde el atılan ilk gereksinimlerden biri olması ve haritasız hiç bir teknik projenin yapılamaması ve yürütülememesi haritanın ne denli önemli bir araç olduğunu göstermektedir. Aşağıda haritaların hangi alanlarda yararlı olduğu sıralanmıştır:
Yurt savunması ve güvenliğin sağlanması,
Sınır anlaşmazlıklarının çözümlenmesi,
Taşınmazmallara ilişkin hakların devlet güvencesi altında tutulması ve bu haklara ilişkin işlerin yürütülmesi,
Baraj yerlerinin seçimi, inşaatı ve gerekli teknik ve parasal durumun, su örtüsünün ve dolayısı ile su altında kalacak ve sulanacak alanın ve parsellerin saptanması,
Arazi düzenleme çalışmaları, arazi toplulaştırılması, birleştirilmesi veya ayrımının bilimsel, ekonomik, enuygun ve duyarlı biçimde yapılması,
Toprak reformunun uygun, geçerli ve öncelikle gerçekleşmesinin sağlanması,
Sulama ve kurutma çalışmaları için gereken ön projelerin hazırlanmasında ve sonraki uygulamasında enuygun ekonomik, duyarlı yararlı ve olumlu sonuçların alınması,
Kara ve demiryolu geçkilerinin seçiminde ve yapımında teknik ve parasal hesaplarında uygun, bilimsel ve ekonomik yolun seçiminin sağlanması,
Hava alanlarının seçiminde ve yapımında en teknik ve uygun durumun saptanması,
Orman sınırlarının saptanmasında, amenajman çalışmalarında, sahil düzenlemelerinde, fidanlık ve parkların tasarlanmasında, projelerin hazırlanmasında ve yersel aplikasyonlarında rehber ve dayanak olarak kullanılması,
İmar planlarının düzenlenmesi ve uygulanması,
Kanalizasyon, elektrifikasyon ve içme suyu şebeke projelerinin hazırlanmasında ve yersel aplikasyonlarında gerçekleşmenin ve ekonominin elde edilebilmesi,
Taşınmazmal sahiplerinin mülklerinden kredi ve rehin gibi yollarla kanuni haklardan tam olarak yararlanabilmelerinin sağlanması,
Kamulaştırma işlemlerinin düzgün ve hakça yapılmasının sağlanması,
Sahip olunan arazinin yeterince değerlendirme olanaklarının yaratılmasının ve kolaylaştırılmasının sağlanması
Turistik alanlarda yatırım yapılabilmesi ve değerlendirilebilmesi vs.
Harita yapimiyla ilgilenmiş Türk bilim insanlari kimlerdir?
Harita yapimiyla ilgilenmiş Türk bilim insanlari kimlerdir?
Haritacılıktaki önemli bilim adamları
Harita Alanındaki Bilim Adamları Kimlerdir
Haritacılıktaki Önemli Çalışmalar
Harita Alanındaki Bilim Adamları Kimlerdir
Haritacılıktaki Önemli Çalışmalar
Haritacılık Tarihinde Önemli Olan Türk Bilim Adamları Ve Çalışmaları Nelerdir
Ali Macar Reis
Ali Macar Reis bilindiği kadarıyla ilk Türk Atlasını yapan kişidir. Bu nedenle yapılan atlas çalışması ona ithaf edilmiştir. 7 haritadan oluşan Ali Macar Reis Atlası bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir.osmanlı denız harıtacısı olarakta bılınır.. atlasta yer alan yedi harita :
Ali Macar Reis
Ali Macar Reis bilindiği kadarıyla ilk Türk Atlasını yapan kişidir. Bu nedenle yapılan atlas çalışması ona ithaf edilmiştir. 7 haritadan oluşan Ali Macar Reis Atlası bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir.osmanlı denız harıtacısı olarakta bılınır.. atlasta yer alan yedi harita :
1. Azak denizi, Karadeniz ve Marmara sahil kent ve limanlar
2. Akdeniz, Eğe denizi, Mora yarım adası, Adriyatik sahilleri, Anadolu’nun bazı sahil kentleri
3. Akdeniz, İtalya, Adriyatik sahilleri, Kuzey Afrika
4. Batı Akdeniz, İberik yarımadası, Gaskonya körfezi, Kuzey Afrika
5. İngiltere, İskoçya, Almanya sahilleri
6. İstanbul Boğazı, Girit adası bir kısmı, Ege denizi, Adriyatik sahilleri
7. Dünya haritası (Avusturalya yok)
Kaşgarlı Mahmut
Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eserinin tam adı: Kitabu Dîvânü Lûgati’t-Türk’tür. Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır.Dîvânü Lugati’t-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk milletinin yüceliğini de anlatan bir âbide eserdir. Sekiz bölümden oluşur. Bölümler ve sıralamalar Arap alfabesindeki harflere göredir. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır. Kelimelerin anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, hattâ bâzı Âyet ve Hadis-i Şerif’lerden örnekler verilmiştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hâzinesi değerine kavuşturulmuştur. Eserde yer alan harita ise, Türk Dünyası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır. Haritada; dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mâvi, kumluk alanlar sarı renkle gösterilmiştir. Türkler’in oturdukları bölgeler ve komşularının isimleri özenle belirtilmiştir. Eser, güneşle birlikte, kültürün de doğudan dünyayı sardığının önemli bir göstergesidir. Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk milletinin yalnız savaş meydanlarında değil, kültürel alanlarda da önder, öncü ve örnek olduğunu gösteren bir âbidedir.
Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eserinin tam adı: Kitabu Dîvânü Lûgati’t-Türk’tür. Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır.Dîvânü Lugati’t-Türk; bir sözlük olmakla birlikte, Türk milletinin yüceliğini de anlatan bir âbide eserdir. Sekiz bölümden oluşur. Bölümler ve sıralamalar Arap alfabesindeki harflere göredir. Kitapta yaklaşık 8.000 kelime vardır. Kelimelerin anlamlarının iyi anlaşılması için deyimlerden, atasözlerinden ve şiirlerden, hattâ bâzı Âyet ve Hadis-i Şerif’lerden örnekler verilmiştir. Bu yönüyle eser, bir kültür hâzinesi değerine kavuşturulmuştur. Eserde yer alan harita ise, Türk Dünyası ile ilgili olarak yayınlanan ilk haritadır. Haritada; dağlar kırmızı, denizler yeşil, ırmaklar mâvi, kumluk alanlar sarı renkle gösterilmiştir. Türkler’in oturdukları bölgeler ve komşularının isimleri özenle belirtilmiştir. Eser, güneşle birlikte, kültürün de doğudan dünyayı sardığının önemli bir göstergesidir. Dîvânü Lugati’t-Türk, Türk milletinin yalnız savaş meydanlarında değil, kültürel alanlarda da önder, öncü ve örnek olduğunu gösteren bir âbidedir.
Piri Reis
Türk Amirali Piri Reis (1470-1554), Osmanlı Donanması amirallerinden Kemal Reis’in kardeşinin oğludur. Piri, amcası ile birlikte bir dizi deniz savaşına katılmış, deniz navigasyonunun vazgeçilmez aracı olan haritalar ve haritacılık ile ilgilenmiştir. Piri Reis’in bugüne ulaşmış üç adet eseri bilinmektedir. 1923 yılından sonra başlayan yeniliklere paralel olarak müzecilik alanında da atılımlar başlamıştır. Topkapı Sarayı’nın düzenlenmesi sırasında Milli Müzeler Müdürü Halil Erdem’in bulduğu bir Atlantik Haritası Alman bilimci Paul Kahle tarafından incelenmiştir. Kahle tarafından yapılan araştırmalar ile harita bilim dünyasına tanıtılmış, bu çerçevede Türk tarihçileri Afet İnan ve İbrahim Hakkı Konyalı da özellikle haritanın nasıl üretildiği konusunda araştırmalar yapmışlardır. Daha sonraki yıllarda haritaya olan ilgi giderek artmış, yabancı bilim adamları harita ile ilgilenmiş, Piri Reis adına sempozyumlar düzenlenmiş, Erik Von Daniken’in “Tanrıların Arabaları” isimli kitabındaki iddialar ile harita tüm dünya kamuoyuna mal edilmiştir. Araştırmacılar 1513 tarihli Atlantik Haritası ve Kuzey Atlantik Haritasının Piri Reis’in çoğu parçaları kaybolan Dünya Haritasının birer parçası olduklarına inanmaktadırlar. İTÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Başkanı ve Kartografya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Doğan UÇAR’ın da yaptığı çalışmalar neticesindeki sonuçlar da bu doğrultudadır. 21 parçadan meydana gelen bu haritanın 65×90 cm’lik bir paftası Topkapı müzesindedir. Colombus’un 1489 tarihli bir haritasından da yararlandığını haritasının üzerine yazan Piri Reis’in bu tarihte Amerika içlerini ve güney kutbundaki dağları da gösteren bu haritayı nasıl yaptığı bilim adamlarınca merak konusu olmuştur. Ayrıca “Hadikat’ül Bahriye”, “Netayic’ül-Efkar fi Cezayir’ül Bihar”, “Bilad’ül- Aminat” ve harita yapımıyla ilgili “Eşkalname” (o zamanlar haritaya eşkal deniliyordu) adında bir bilim kitabı ile 1528 tarihini taşıyan “Hint Denizi Haritası” gibi yapıtları İstanbul Deniz Müzesindedir. Piri Reis Hürmüz kalesi kuşatmasında uğradığı bir iftira sebebi ile 1554 de idam edilmiştir.
Türk Amirali Piri Reis (1470-1554), Osmanlı Donanması amirallerinden Kemal Reis’in kardeşinin oğludur. Piri, amcası ile birlikte bir dizi deniz savaşına katılmış, deniz navigasyonunun vazgeçilmez aracı olan haritalar ve haritacılık ile ilgilenmiştir. Piri Reis’in bugüne ulaşmış üç adet eseri bilinmektedir. 1923 yılından sonra başlayan yeniliklere paralel olarak müzecilik alanında da atılımlar başlamıştır. Topkapı Sarayı’nın düzenlenmesi sırasında Milli Müzeler Müdürü Halil Erdem’in bulduğu bir Atlantik Haritası Alman bilimci Paul Kahle tarafından incelenmiştir. Kahle tarafından yapılan araştırmalar ile harita bilim dünyasına tanıtılmış, bu çerçevede Türk tarihçileri Afet İnan ve İbrahim Hakkı Konyalı da özellikle haritanın nasıl üretildiği konusunda araştırmalar yapmışlardır. Daha sonraki yıllarda haritaya olan ilgi giderek artmış, yabancı bilim adamları harita ile ilgilenmiş, Piri Reis adına sempozyumlar düzenlenmiş, Erik Von Daniken’in “Tanrıların Arabaları” isimli kitabındaki iddialar ile harita tüm dünya kamuoyuna mal edilmiştir. Araştırmacılar 1513 tarihli Atlantik Haritası ve Kuzey Atlantik Haritasının Piri Reis’in çoğu parçaları kaybolan Dünya Haritasının birer parçası olduklarına inanmaktadırlar. İTÜ Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği Bölümü Başkanı ve Kartografya Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Doğan UÇAR’ın da yaptığı çalışmalar neticesindeki sonuçlar da bu doğrultudadır. 21 parçadan meydana gelen bu haritanın 65×90 cm’lik bir paftası Topkapı müzesindedir. Colombus’un 1489 tarihli bir haritasından da yararlandığını haritasının üzerine yazan Piri Reis’in bu tarihte Amerika içlerini ve güney kutbundaki dağları da gösteren bu haritayı nasıl yaptığı bilim adamlarınca merak konusu olmuştur. Ayrıca “Hadikat’ül Bahriye”, “Netayic’ül-Efkar fi Cezayir’ül Bihar”, “Bilad’ül- Aminat” ve harita yapımıyla ilgili “Eşkalname” (o zamanlar haritaya eşkal deniliyordu) adında bir bilim kitabı ile 1528 tarihini taşıyan “Hint Denizi Haritası” gibi yapıtları İstanbul Deniz Müzesindedir. Piri Reis Hürmüz kalesi kuşatmasında uğradığı bir iftira sebebi ile 1554 de idam edilmiştir.
Piri Reis’in harita çizme merakı artarak devam etmiş, Akdeniz ve Ege Denizi limanlarına ve adalarına ilişkin tuttuğu krokileri kullanarak Osmanlı donanmasının hakim olduğu denizlere ait “Kitabı Bahriye” isimli eserinde çeşitli liman, koy, körfez, kıyı, kale vb. yerlere ait haritalar ile bu denizlerdeki gemiciliğe ait akıntılar, sığ yerler, tehlikeli kayalık yerlere ait bilgileri de vermiştir
Matrakçı Nasuh
(Ölümü 1533) haritacı anlayışı minyatüre uygulayan ilk ressamdır. Sopa veya demirci çekici ile yapılan ve bir çeşit harp oyunu olan matrak (Mitrak) oyunu mucididir. Menazil (Hedefler) isimli yapıtında 16. yüzyılda yapılmış Anadolu atlası vardır.”Umdet’ül-Hisab” (Hesabın ilkeleri) isminde bir yapıtı (1517) ve “Beyan-menazil-i sefer-i Irakeyn” ismindeki kitabında Kanuni’nin 1534 de Irak seferine katılarak İstanbul-Tebriz-Bağdat-Tebriz-Diyarbakır-Halep-İstanbul geçkisi üzerinde fethedilen yerleri, kaleleri isim ve güzel haritalarla anlatır.
(Ölümü 1533) haritacı anlayışı minyatüre uygulayan ilk ressamdır. Sopa veya demirci çekici ile yapılan ve bir çeşit harp oyunu olan matrak (Mitrak) oyunu mucididir. Menazil (Hedefler) isimli yapıtında 16. yüzyılda yapılmış Anadolu atlası vardır.”Umdet’ül-Hisab” (Hesabın ilkeleri) isminde bir yapıtı (1517) ve “Beyan-menazil-i sefer-i Irakeyn” ismindeki kitabında Kanuni’nin 1534 de Irak seferine katılarak İstanbul-Tebriz-Bağdat-Tebriz-Diyarbakır-Halep-İstanbul geçkisi üzerinde fethedilen yerleri, kaleleri isim ve güzel haritalarla anlatır.
El İstahri (Ebu İshak İbrahim bin Muhammed el Farisi el İstahri)
(15. yüzyıl), “Kitab al masalik val mamalik” (Masallar ve Ülkeler) isimli yapıtında dünyanın çeşitli yerlerine ait 20 harita vardır. Bu kitap yaklaşık 1460 yıllarında Karakoyunlu Türkmen imparatorluğu Şehzadesi Pir Budak zamanında yazılmıştır.
Seydi Ali Reis
Kanuni Sultan Süleyman saltanatı sıralarında devlet hizmetine giren Sinop’lu bir aileye mensup sonradan Amiral olan SEYDİ ALİ REİS, (? -1563) deniz astronomisini ve deniz coğrafyasını çok iyi bilen bir bilgindi. Piri Reis’in donanmasını Basra’dan Süveyş’e getirme görevi verildi 64). Ancak bazı nedenlerden dolayı dört yıllık (1553-57) uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Edirne’ye dönebilmiştir. Bu seyahatı Bursa-Konya-Kayseri-Halep-Urfa-Musul-Bağdat-Basra-Hürmüz Boğazı -Ahmadabad-Delhi -Lahor-Kabil-Semerkand- Buhara- Farab -Merv- Tus -Nişabür -Bağdat- Musul- Mardin- Diyarbakır- Sıvas-Ankara-İstanbul-Edirne geçkisini izleyerek Arapça ve Farsçadan yaptığı derlemelerle “Miratül Memalik” (Ülkelerin aynası) adlı yapıtı yazmıştır. Bu kitap 1815 de Almancaya, 1826 da Fransızcaya, 1899 da İngilizceye, 1963 de Rusçaya çevrilmiştir. 1554 de Ahmedabad’ta yazdığı “Mohit” (Okyanus) çeşitli batı dillerine çevrilmiştir66). 10 bölümlük bu kitapta yön bulma, azimut ve yıldızların yüksekliklerinin hesabı, zaman hesabı, takvim, güneş ve Ay’a bağlı tanımlanan yıllar, denizcilikte önemli bazı yıldızların doğmaları, batmaları ve adları, ünlü limanlarla adaların enlemleri, astronomiye ait bilgiler ve bazı limanların arasındaki uzaklıklar, Hind Okyanusundaki adalar, kıyılar, rüzgarlar, ünlü limanlar ve topografik coğrafya konularını içermektedir. Bir başka yapıtı “Mirat-ül Kainat (Kainatın aynası)67) kitabı da Farsça ve Arapça bir çok kitaplardan derlenmiş olup bir çok astronomi aletinin tanımı ve kullanılışı, güneşin yüksekliği, yıldızların konumu, kıble, öğle zamanı saptanması, nehir genişliği saptanması, rubu tahtası ve usturlab’ın yapım ve kullanılışı konularını içermektedir.
Kanuni Sultan Süleyman saltanatı sıralarında devlet hizmetine giren Sinop’lu bir aileye mensup sonradan Amiral olan SEYDİ ALİ REİS, (? -1563) deniz astronomisini ve deniz coğrafyasını çok iyi bilen bir bilgindi. Piri Reis’in donanmasını Basra’dan Süveyş’e getirme görevi verildi 64). Ancak bazı nedenlerden dolayı dört yıllık (1553-57) uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra Edirne’ye dönebilmiştir. Bu seyahatı Bursa-Konya-Kayseri-Halep-Urfa-Musul-Bağdat-Basra-Hürmüz Boğazı -Ahmadabad-Delhi -Lahor-Kabil-Semerkand- Buhara- Farab -Merv- Tus -Nişabür -Bağdat- Musul- Mardin- Diyarbakır- Sıvas-Ankara-İstanbul-Edirne geçkisini izleyerek Arapça ve Farsçadan yaptığı derlemelerle “Miratül Memalik” (Ülkelerin aynası) adlı yapıtı yazmıştır. Bu kitap 1815 de Almancaya, 1826 da Fransızcaya, 1899 da İngilizceye, 1963 de Rusçaya çevrilmiştir. 1554 de Ahmedabad’ta yazdığı “Mohit” (Okyanus) çeşitli batı dillerine çevrilmiştir66). 10 bölümlük bu kitapta yön bulma, azimut ve yıldızların yüksekliklerinin hesabı, zaman hesabı, takvim, güneş ve Ay’a bağlı tanımlanan yıllar, denizcilikte önemli bazı yıldızların doğmaları, batmaları ve adları, ünlü limanlarla adaların enlemleri, astronomiye ait bilgiler ve bazı limanların arasındaki uzaklıklar, Hind Okyanusundaki adalar, kıyılar, rüzgarlar, ünlü limanlar ve topografik coğrafya konularını içermektedir. Bir başka yapıtı “Mirat-ül Kainat (Kainatın aynası)67) kitabı da Farsça ve Arapça bir çok kitaplardan derlenmiş olup bir çok astronomi aletinin tanımı ve kullanılışı, güneşin yüksekliği, yıldızların konumu, kıble, öğle zamanı saptanması, nehir genişliği saptanması, rubu tahtası ve usturlab’ın yapım ve kullanılışı konularını içermektedir.
1549 da Halep’te Ali Kuşçu’nun astronomi ile ilgili Fethiye yapıtının Türkçesine bazı ilaveler koyarak “Hülaset’el-Haya” ismini vermiştir 68). Seydi Ali Reis yerin yuvarlak olduğunu, dağların yüksekliğinin yerin yuvarlaklığını bozmayacağını söylemiş ve yer yarıçapının 1545 fersah olduğunu yazmış, ağır cisimlerin yerin merkezine doğru düştüklerini eklemiştir. Ancak yerin günlük hareketini kabul etmediğini göstermek için de o zamana kadar ileri sürülen kanıtları açıklamıştır.
Mehmet Aşık
Büyük Türk gezgincilerinden Mehmet Işık (1555-?) 21 yaşında geziye çıkarak 25 yıl içinde bir çok ülke gezmiş ve gezi notları 1595 de “Menazır-ül Avalim” (Dünyanın görünümü) adıyla basılmıştır.
Büyük Türk gezgincilerinden Mehmet Işık (1555-?) 21 yaşında geziye çıkarak 25 yıl içinde bir çok ülke gezmiş ve gezi notları 1595 de “Menazır-ül Avalim” (Dünyanın görünümü) adıyla basılmıştır.
Mehmet Reis
1590 da Menemenli Mehmet Reis’in çizdiği bir Akdeniz haritası Venedik’te Correr müzesindedir. Benzer şekilde 16. yüzyılda Tunus’lu Hacı Ahmed’in Dünya haritası Venedik’te San Marco kütüphanesindedir.
1590 da Menemenli Mehmet Reis’in çizdiği bir Akdeniz haritası Venedik’te Correr müzesindedir. Benzer şekilde 16. yüzyılda Tunus’lu Hacı Ahmed’in Dünya haritası Venedik’te San Marco kütüphanesindedir.
Katip Çelebi
Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen ve tarih, coğrafya, bibliyografya ve toplum bilimi alanlarında 27 yapıtı bulunan Katip Çelebi (1609-1657) Girit seferi dolayısı ile (1645-46) haritaların nasıl yapıldığını öğrendi. En önemli yapıtı “Cihannüma” (Dünyayı gösteren) coğrafya alanında doğu görüşten batı görüşe geçişte bir dönüm noktasıdır. Beş haritalı, 75 sayfa olan ve 1648 de yazılmağa başlanan bu kitapta Dünyanın yuvarlaklığı üstüne kanıtlar verildikten sonra Japonya’dan Erzurum ve Irak’a kadar ülkelerin coğrafyasını, kısa tarihini, bitki ve hayvanlar alemini anlatmaktadır. “Keşf-üz-Zunun” (sanıların keşfi) isimli kitabı da ünlüdür. 1727 de basımevinin icadından hemen sonra 1732 de basılan bu kitap çeşitli dillere çevrilmiştir. Katip Çelebinin bundan başka “Kozmoğrafya” adında bir kitabı daha vardır. İstanbul’da ilk defa pusula sapmasını belirlemiştir.
Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen ve tarih, coğrafya, bibliyografya ve toplum bilimi alanlarında 27 yapıtı bulunan Katip Çelebi (1609-1657) Girit seferi dolayısı ile (1645-46) haritaların nasıl yapıldığını öğrendi. En önemli yapıtı “Cihannüma” (Dünyayı gösteren) coğrafya alanında doğu görüşten batı görüşe geçişte bir dönüm noktasıdır. Beş haritalı, 75 sayfa olan ve 1648 de yazılmağa başlanan bu kitapta Dünyanın yuvarlaklığı üstüne kanıtlar verildikten sonra Japonya’dan Erzurum ve Irak’a kadar ülkelerin coğrafyasını, kısa tarihini, bitki ve hayvanlar alemini anlatmaktadır. “Keşf-üz-Zunun” (sanıların keşfi) isimli kitabı da ünlüdür. 1727 de basımevinin icadından hemen sonra 1732 de basılan bu kitap çeşitli dillere çevrilmiştir. Katip Çelebinin bundan başka “Kozmoğrafya” adında bir kitabı daha vardır. İstanbul’da ilk defa pusula sapmasını belirlemiştir.
Üretim, dağitim ve tüketim birbirini nasil etkiler
Nüfus artiş hizi düşük olan ülkelerde nüfusu artirmak için neler yapilmaktadir?
Hizli nufus artişini önlemek için size yetki verilseydi hangi önlemleri alirdiniz?
Günümüzde tehlike altinda olan bitki türleri nelerdir?
Yaşam alanlarının tahrip edilmesi sonucu, günümüzde binlerce canlı türü, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Belki daha keşfedilmemiş olan binlercesinin nesli de, yine aynı sebepten ötürü tehlike altında.
Bugün bilinen yaklaşık 1,5 milyar canlı türünün dışında, keşfedilmeyi bekleyen 10-100 milyon kadar canlı türünün var olduğu sanılmakta. Türlerin yok olması, doğanın normal döngüsünün bir parçası ve evrimin bir gereği olarak kabul edilse de, hızla artan insan nüfusu nedeniyle, türlerin yok oluşu da gereğinden fazla hızlanmış durumda. İnsan tarihinde yer alan nesil tükenmelerinin çoğunun, geçtiğimiz son 300 yıl içerisinde gerçekleşmiş olması da bunun bir kanıtı.
Günümüzde nesli tehlike altında olan yaklaşık 5200 hayvan türü ve yaklaşık 17300 bitki türü bulunuyor. Çeşitli kurumlar tarafından hazırlanan “tehlike altındaki türler” listelerine ise, her sene ortalama 50 tür daha ekleniyor.
Günümüzde tehlike altinda olan bitki türleri şunlardır;
Kardelen
Gölsoğanı
Sıklamen
Karçiçeği
Bugün bilinen yaklaşık 1,5 milyar canlı türünün dışında, keşfedilmeyi bekleyen 10-100 milyon kadar canlı türünün var olduğu sanılmakta. Türlerin yok olması, doğanın normal döngüsünün bir parçası ve evrimin bir gereği olarak kabul edilse de, hızla artan insan nüfusu nedeniyle, türlerin yok oluşu da gereğinden fazla hızlanmış durumda. İnsan tarihinde yer alan nesil tükenmelerinin çoğunun, geçtiğimiz son 300 yıl içerisinde gerçekleşmiş olması da bunun bir kanıtı.
Günümüzde nesli tehlike altında olan yaklaşık 5200 hayvan türü ve yaklaşık 17300 bitki türü bulunuyor. Çeşitli kurumlar tarafından hazırlanan “tehlike altındaki türler” listelerine ise, her sene ortalama 50 tür daha ekleniyor.
Günümüzde tehlike altinda olan bitki türleri şunlardır;
Kardelen
Gölsoğanı
Sıklamen
Karçiçeği
Deniz ve okyanuslardan nasil yararlanilmaktadir?
Deniz ve okyanuslardan nasil yararlanilmaktadir?
Denizler insanların geçim kaynaklarından biridir. balıkçılık denizlerde ve okyanuslarda yapılır. Dünya nüfusunun büyük bölümü balık ihtiyacını denizlerden ve okyanuslardan karşılar. Ayrıca turizm için de denizler ve okyanuslar çok önemlidir. Tabi ki hidrosferdeki su döngüsünün oluşması da denizlerden ve okyanuslardan buharlaşan sular sayesindedir. Ulaşım konusunda da denizlerden ve okyanuslardan faydalanılır.
Denizler insanların geçim kaynaklarından biridir. balıkçılık denizlerde ve okyanuslarda yapılır. Dünya nüfusunun büyük bölümü balık ihtiyacını denizlerden ve okyanuslardan karşılar. Ayrıca turizm için de denizler ve okyanuslar çok önemlidir. Tabi ki hidrosferdeki su döngüsünün oluşması da denizlerden ve okyanuslardan buharlaşan sular sayesindedir. Ulaşım konusunda da denizlerden ve okyanuslardan faydalanılır.
İçme sulari nerelerden elde edilir?
Deprem nedir ve yeryüzünde daha çok nerelerde meydana gelir?
Yeryüzündeki aktif volkanlara nerelerde rastlanir?
Yeryüzündeki aktif volkanlara nerelerde rastlanir?
1-Aktif volkan dış püskürük kayaçların olduğu yerlerde olur.
2- Fay hatlarının yaygın olduğu yerlerde volkanik faaliyetler de çoktur.
Eski insanlar avlanmak için hangi kayaçlari kullaniyorlardi?
İnsanlar ilk çağlarda kayaçları kesici alet olarak, süs eşyası olarak, kap kacak olarak, ve barınma ihtiyaçlarını gidermek için kayaları delmeye yarayan alet olarak kullanmışlardır. Özellikle sert kayaçlar silah yapımında kullanılmıştır.
28 Eylül 2012 Cuma
Euglena = amip = karaçam = yılan = köpekbalıgı canlılar ototrofmu yoksa heterotrof mudur?
Euglena = amip = karaçam = yılan = köpekbalıgı canlılar ototrofmu yoksa heterotrof mudur?
Cevabı gelecek...
Cevabı gelecek...
Öfke hoşgörü arkadaş sakin olmakla ilgili kisa bir şiir örneği
27 Eylül 2012 Perşembe
Toplum,süreç,bilim,insan,teknoloji ve çevre ile ilgili kompozisyon
Toplum,süreç,bilim,insan,teknoloji ve çevre ile ilgili kompozisyon...
Giriş veİletişim, Teknoloji ve Toplum İlişkisine Dair Temel Yaklaşımlar
Bu derste dersin temel kavramları olan iletişim ve teknoloji kavramları tartışılacaktır. Daha sonra derste ele alınacak ilk konu olan teknoloji toplum ilişkisini ele alan temel yaklaşımlar tartışılacaktır. Teknolojik belirlenimcilik, semptomatik teknoloji, teknolojinin toplumsal belirlenmesi ve teknolojinin toplumsal inşası yaklaşımları incelenecektir. Derste cevaplanması beklenen temel sorular: İletişim nedir? Teknoloji nedir? Toplum nedir? İletişim, teknoloji ve toplum ilişkisi nasıl açıklanabilir? Teknolojiyi toplumsal süreçlerle ilintilendiren yaklaşımlar ve bu yaklaşımların temel varsayımları ile temel kavramları nelerdir?
Teknoloji (technology) kelimesi Yunanca sanat, el yapımı, zanaat anlamındaki techne kelimesi ile bir şeyi bilmek ve üzerine çalışmak anlamındaki logia kelimesinin bileşiminden oluşmaktadır (Klien, 2003:210). Esas itibariyle teknoloji kavramının en yaygın kullanımı insan yapımı, doğal olmayan her türlü nesneyi içine alacak kadar geniştir. Teknoloji kavramı, bir ürünün tüm üretim aşamalarını beşeri boyutlarıyla birlikte içine alan anlamda; know-howve yöntem anlamlarında; sadece belli fiziki yapısı olan bir donanımın üretimi değil onun kullanımını da içeren anlamda kullanılabilir (Klien, 2003: 210). İç içe geçen farklı kullanımları olsa da özünde, teknoloji, insanın doğayı kendi istek ve arzuları doğrultusunda dönüştürmesi sürecidir.
Teknolojiyi, süreç olarak kavramak son derece önemlidir. Çünkü teknoloji pek çok insanın düşünme eğiliminde olduğu üzere, bilgisayarlar, yazılımlar, uçaklar, ilaçlar, mikrodalga fırınlar vb gibi dokunulabilir insan yapımı nesnelerden daha fazla bir şeydir. Teknoloji, teknolojik araçların tasarımı, üretimi, işletimi ve tamiri için gereken altyapının tümüdür. Araştırma geliştirmenin yapıldığı üniversiteler ve şirketlerden, üretimin gerçekleştirildiği fabrikalara ve bakım tesislerine dek her şeyi teknoloji denilen süreçle birlikte düşünmek gerekir. Teknolojik araçların yaratımı ve işletimi için gereken tüm bilgi ve süreçler – mühendislik bilgisi, üretim uzmanlığı ve pek çok teknik yetenek – teknolojinin birbiriyle aynı öneme sahip parçalarıdır.
Teknoloji günümüzde, doğa bilimleri, bilim ve mühendisliğin ürünüdür. Bilim, zaman içerisinde biriken bir bilgi toplamı ve aynı zamanda doğaya dair bilgi üreten bir süreç bilimsel araştırma sürecidir. Mühendislik de, bir bilgi toplamını bu kez insan yapımı ürünlerin tasarım ve yaratımına dair bilgi ve sorunları çözme sürecini içerir. Mühendislik aynı zamanda “engeller altında tasarım” olarak da adlandırılabilir ki, doğa yasaları yani bilim, mühendislerin hesaba katmak zorunda oldukları pek çok sınırlayıcı etkenden biridir. Diğer sınırlandırıcı etkenler ise maliyet, güvenilirlik, emniyet, çevresel etkiler, kullanım kolaylığı, insani ve maddi kaynaklara uygunluk, üretilebilirlik, hükümet düzenlemeleri, yasalar ve hatta politikadır.
Teknolojinin günümüzde doğa bilimleri, bilim ve mühendisliğin ürünü olduğunu ifade ettik. Bu ifadede zamansal olarak günümüzü vurgulamamızın nedeni, teknolojinin bir süreç olarak son birkaç yüzyılda geçirdiği hızlı değişimdir. Gerçekten de kavrayabildiğimiz teknoloji düşüncesi göreli olarak yenidir. Teknoloji tarihine bakıldığında teknoloji ile bilim arasındaki ilişkinin endüstri devriminden sonra hızlı bir gelişme gösterdiğini görülebilir.
Teknoloji tarihi içerisinde sıkça karşımıza çıkan mucitler, genellikle kuramsal bilgiye dayanmadan, becerilerini sezgileri ile bütünleştirerek, teknolojik yenilik diyebileceğimiz üretimlerde bulunmuşlardır. Endüstri devrimi sonrasında ise teknoloji, bir zanaatkârın bilebileceğinden çok daha geniş bir bilgi birikimine dayalı hale geldi ve buna bağlı olarak yeni teknolojilerin geliştirilmesi, üretilmesi ve işletilmesi için büyük çaplı örgütlenmeler gerekti. Endüstri devrimi, üretimin mekanizasyonu, giderek karmaşıklaşan fabrika düzeni, üretilen ürün miktarındaki artış ve bu artışa bağlı olarak oluşturulan küresel piyasa ile nitelenebilir. Endüstri devriminin bir sonucu olarak toplumsal yaşamın ekonomik, politik ve teknolojik olarak sonraki 200 yıl içerisinde hemen hemen dünyanın her yerinde büyük bir dönüşüm geçirdiği kabul edilmektedir.
Nitekim 20. yüzyılın başından itibaren teknoloji alanında birbirine bağımlı teknolojilerin oluşturduğu karmaşık ağlar geliştirildi, teknoloji politikaları ve düzenlemelere ihtiyaç duyuldu, teknoloji bu politikalar ve düzenlemeler yoluyla hükümetler tarafından biçimlendirilmeye başlandı. Teknoloji sözcüğünün anlamı da bu değişimleri yansıtabilmek için dönüşüm geçirdi. 19. yüzyılda basitçe, vagon tekerleklerinden telefonlara, pamuklu giysilerden buhar makinalarına fiziksel ürünleri üretmeye yarayan pratik sanatları ifade eden teknoloji, 20. yüzyılda insanın maddi istek ve arzularını karşılayan araçlardan, bunların üretildiği fabrikalara, bilimsel bilgiyi, mühendislik bilgisini ve teknik ürünlerin kendisini işleyen örgütlenmelere dek her şeyi içeren bir anlama sahip oldu.
Bilim ve teknoloji günümüzdeki anlamlandırmada sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Bunun 20. yüzyılda bu hale geldiğini akılda tutmak gerekir. Doğal dünyanın bilimsel kavranışı günümüzde teknolojik gelişmenin temelini oluşturmaktadır. Örneğin, bilgisayarları olanaklı kılan entegre devrelerin yapılabilmesi, transistörlerin varlığına bağlıdır. Transistörler ise silikon ve diğer maddelerin elektrikle ilgili özelliklerini anlamaya, yani kimya alanındaki gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan teknoloji de bilimsel araştırmaların yapılabilmesi için eskisinden daha elverişli bir zemin yaratmaktadır. Bilgisayarların sağladığı hızlı işlem yapabilme ya da modelleme yapabilme olanakları küresel ısınmayı araştırabilmek için iklim modellemeleri yapılabilmesini sağlamaktadır. İletişim teknolojileri sayesinde mümkün olan geniş ağlar, bilim insanlarının bilgiyi hızla paylaşabilmelerini ve böylece bilgi birikiminin hızla bir araya gelmesini sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında açıktır ki, teknolojik gelişmeleri bilimsel gelişmelerden ayırabilmek son derece güçtür. Apollo 11 Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’i ayın yüzüne indirdiğinde pek çok insan bunu bilimin zaferi olarak tanımlamıştır. Zararlılara karşı koyabilen genetik ürünler ortaya çıkınca bunlar da topluca bilimin başarısı olarak görülmüştür. Her ne kadar bilim bu gelişmelerin hepsinin bütünleşik bir parçası olsa da, bunlar aslında teknoloji ile ilişkilidir. Belli bir yeteneğin, bilginin ve tekniğin bilimden tamamen farklı olarak uygulamasıdırlar. Bu uygulamalar yeni insan ürünü nesneler ortaya çıkartırlar ve bu nesnelerin insanın doğayla başa çıkması ve yaşamın gereklerinin üstesinden gelmesini sağladığı varsayılır.
Teknoloji sıkça yenilik kavramı ile ilişkilendirilir. Ancak bu yeniliğin fark yaratan bir yenilik olması esas alınmakta ve günümüzde inovasyonolarak kavramsallaştırılmaktadır. İnovasyon, Latince bir kelimedir ve kaynaklara göre innovatus’tan türetilmiştir (Marxt ve Hacklin, 2005: 414). “Toplumsal, kültürel ve idari ortamda yeni yöntemlerin kullanılmaya başlanması” (Marxt ve Hacklin, 2005: 415) anlamına gelmektedir. En basit tanımıyla, bir ürün ve hizmete katma değer kazandıran fikirlerin geliştirilmesi ve bu fikirlerin hayata geçirilerek uygulanması şeklinde tanımlanan inovasyon, bir başka deyişle bir fikrin pazarlanabilir bir ürün veya hizmete, yeni veya geliştirilmiş bir üretim süreci veya dağıtım yöntemine dönüşümünü kapsamaktadır.
Teknoloji tüm bu anlamlandırmalar içerisinde toplumsal yaşamı oluşturan tüm süreçlerle yakından ilişkilidir. Bu toplum ile teknoloji arasındaki ilişkiyi önemli hale getirir. Bu ilişki içerisinde toplum da teknoloji de sürekli değişim gösteren bir yapı sergilerler. Bu da bu ilişkiselliği bütünsel olarak kavramayı güçleştirir. Toplumu anlamaya ve açıklamaya çalışırken, toplum-birey ilişkisine dair bir yer belirlememiz gerekmektedir. Toplumu genellikle “insanların oluşturduğu ilişkiler sistemi” olarak ele alırız. Ancak bu ele alış iki farklı yaklaşımı gündeme getirir. Bireyci yaklaşım olarak tanımlayabileceğimiz yaklaşıma göre, “toplum insanların davranışlarının toplamı” olarak tanımlanabilir. Bu tanımda elbette analiz birimi “birey”dir. İkinci yaklaşım ise “toplumu kendisine özgü bir gerçeklik” ve “bireylerin ilişki ve davranışlarında belirleyici” olarak kabul eder. Bu ayrım sosyal bilimlerin farklı alanlarında farklı yaklaşımların ortaya çıkması anlamına gelmektedir (Giddens, 1984: 1-5).
Birey ve topluma ilişkin bu iki uçta yer alan açıklamalar yanında, bu iki çatışan görüşü aynı potada eriterek “bireyler toplumu, toplumsa bireyi” üretmektedir diyen yaklaşımlar da söz konusudur. Ancak bu model de iki modelin basit bir biraraya getirilmesi olduğundan eksiktir. Eleştirel gerçekçilik, her üç yaklaşımın da eksik olduğunu söyler. Birinci model, sadece insan etkinliği, eylemleri üzerinde yoğunlaşmıştır. İkinci model, bireyleri belirleyen değişken toplum, yani şartlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Üçüncü model ise doğrusaldır ve insan ve toplum arasındaki dinamik etkileşimi ve bu etkileşimi belirleyen mekanizmaları gözden kaçırmaktadır. Bhaskar’ın (1979) bu eleştiriler sonrasında önerdiği model, “dönüşümcü toplum modeli” olarak tanımlanmaktadır. Bu modelde “toplum tarihsel olarak belirlenmiştir”. En geniş anlamıyla tarihsel bir andaki insanlar arası ilişkiler bütünü olarak tanımlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında tarihsel bir an ya da kesit içerisinde toplumu bireyler yaratmaz. Toplum sürekli olarak bireylerden önce vardır ve bireylerin eylemi için gerekli çerçeveyi sağlar. Yani “toplum bireylerden değil, bu bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinin toplamından oluşur.” Bu ilişkisel bakış açısı, sadece insanlar arası ilişkileri değil aynı zamanda insan-doğa ilişkisini de içerir.
Levhaların hareketi kaç şekilde gerçekleşir Adlarini belirtiniz
Kitaların birbirinden uzaklaşmasi ve yaklaşmasi biyoçeşitliliği nasil etkiler?
Kitaların birbirinden uzaklaşması ve yaklaşması biyoçeşitliliği nasıl etkiler?
Bitki ve hayvan türleri üzerinde bu günkü şartlar kadar geçmişte yaşanan şartlarda önemlidir. Kıtalarda ve iklimlerde meydana gelen değişiklikler canlıları ve dağılımını ve yaşamını etkilemiştir. Kıtaların kayması sonucu tek kıtadan günümüze kadar kara ve deniz dağılışı önemli şekilde değişmiştir. Kıtaların yaklaşması veya uzaklaşması bitki ve hayvanların göç etmesine, göç yollarının değişmesine, canlıların birbirleri ile etkileşerek yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir.
2-İKLİM DEĞİŞMELERİ: İklim değişmeleri bazı türlerin yok olmasına, bazı türlerin çevreye uyarak günümüze kadar gelmelerine, bazı canlılarında uzak mesafelere göç etmelerine yol açmaktadır. İklim değişmesi sonucu oluşan deniz seviyesi değişiklikleri okyanus habitatlarının yok olmalarına veya azalmalarına, deniz ilerlemeleri ile karaların su altında kalması sonucu kara canlılarının yaşam alanlarının daralmasına neden olmaktadır. Bu değişimden en çok mercan kayalıkları etkilenmiştir.
Kıtaları birbirinden ayıran boğazların su altında kalması veya kara haline geçmesi canlıların göç yollarını da etkilemektedir. Bering Boğazının kara haline gelmesi ile Sibirya’dan K. Amerika’ ya canlı göçü olarak türlerin benzerliği gerçekleşmiştir.
4. Zamanda oluşan iklim değişmeleri bitki örtülerini etkilemiştir. Ülkemize soğuk ve az yağışlı devirde Avrupa ve Sibirya’da yetişen bitkiler Anadolu’da yayılmıştır. Sıcak ve nemli devirde Akdeniz iklim bölgesinde yetişen bitkiler Anadolu’nun kuzeyine kadar ilerlemiştir. Ülkemizdeki çeşitlilik sunan yer şekilleri daha önceden yetişmiş olan bitkilerin tamamen ortadan kalkmasını engellemiştir. Bu bitkilerin korunup günümüze kadar gelmesi açısından özel alanlar oluşturmuşlardır.
Isınan bir dünyada iklimsel aşırılıkların da yaygınlaşacağını, yani kuraklık, orman ve çayır yangını, taşkın ve sıcaklık dalgası gibi olaylarda bir patlama yaşanacağını gösteriyor. Doğal olarak tüm bunlar, hayvan ve bitkilerin doğal yaşam alanlarında değişikliklere yol açacak. Birçok hayvan türünün beslenme düzeni sarsılacak, yaşam alanları daralacak ve yaşamını sürdürebileceği bölgelere büyük göçler yaşanabilecek. Yeni koşullara uyum sağlayamayan çok sayıda bitki, böcek ve kuş türü ortadan kalkacaktır.
Ağaç ve bitki türleri küresel ısınmayla gelen değişik koşullara hemen adapte olamazlar. Örneğin; orta çağ ormanları, iklim değişikliği nedeniyle ciddi risk altındadır. Genç ormanlar yerine yenileri konulabildiği halde, yaşlı ormanların kendilerini yenilemesi veya yaşlı orman varlığının korunması kolay değildir.
Bu etkilenmeler, özellikle buzulların erimesi ile oluşacak deniz seviyesi yükselmeleri nedeniyle kıyı kentleri ile küçük adaların ortadan kalkması, yağış rejimlerinin değişmesi sonucu verimli tarım arazilerinin kuraklaşacaktır. Kıyılara yakın temiz su kaynaklarının denizle birleşmesi, Okyanus akıntılarının durması( buzulların erimesi ile tuzluluğun azalması sonucu yoğunluktan doğan akıntıların), suya bağımlı enerji kıtlığı, orman alanlarının yok olması gibi yaşamsal alanları etkileyecektir. Taşkın, sel vb. gibi olaylar sonucu hastalık oluşturan canlıların taşınması, yeni iklim desenleri, çiftçilerin bir bölümünü, ektikleri tarım bitkilerini değiştirmeye zorlayacaktır.
Kayaçların yaşamımızdaki yeri hakkında kompozisyon
Kayaçların yaşamımızdaki yeri hakkında kompozisyon
Kayaç, mineraller ve/veya mineraloidlerin doğal olarak bir araya gelmesiyle oluşan katı birikintilerdir.
Dünya'nın katı dış katmanı olan litosfer, kayaçlardan oluşmaktadır. Genel olarak kayaçlar üç tiptir. Bunlar püskürük, tortul ve başkalaşım kayaçlarıadıyla sınıflandırılır. Kayaçlarla ilgilenen bilim dalına petroloji adı verilir. Petroloji, coğrafyanın temel dallarından biridir.
Kayaçlar, mineral yapılarına, kimyasal bileşenlerine, barındırdığı bileşenlerin dokularına ve oluşumuna neden olan etmenlere göre sınıflandırılmaktadır. Bu belirleyiciler yardımıyla yapılan sınıflandırma, üç ana kayaç türünü içerir; bunlar püskürük, tortul ve başkalaşım kayaçlarıdır. Bu sınıflandırmada daha çok parçacıkların büyüklükleri temel alınmıştır. Bir kayacın başka bir kayaca dönüşümü, kayaç döngüsü adı verilen bir jeolojik modelle gösterilmektedir.
Püskürük bir kayaç olan gabro. Püskürük kayaçlar, erimiş magmanın soğuyarak sertleşmesiyle oluşan kayaç türlerinin genel adı olup iç püskürük ve dış püskürük olmak üzere iki alt dala ayrılmaktadır. İç püskürük kayaçları, magmanın yerin altında yavaşça soğuyarak taşlaşması sonucunda oluşmuştur. Bu kayaçlar arasında siyenit, diorit, gabro ve kimi yollarda küp şeklinde doğranarak sıra sıra döşenen granit taşı yer alır. Dış püskürük kayaçları ise, magmanın yeryüzüne çıkması ve orada aniden soğumasıyla oluşan daha az dayanıklı kayaçlardır. Bu tür kayaçlar arasında ponza, bazalt, andezit ve volkan camı yer alır.[1] Yer yer demir oksit şeritleri içerenkumtaşı. Tortul kayaçlar, kırılgan tortular, organik çökeltiler veya kimyasal çökeltilerin tortulaşmasıyla ve ardından tortuların diyajenez sırasında sıkışıp çimentolaşmasıyla oluşan kayaçlardır. Bu kayaçlar kimyasal, fiziksel (kırıntılı) ve organik tortullar olmak üzere üçe ayrılır. Kimyasal tortullar, suların içindeki eriyik maddelerin çökmesi ile oluşmuş olup kireç taşı, traverten, jips ve kaya tuzu gibi örnekler barındırır. Bu tortullar, Dünya'daki tüm tortulların %65'ini kapsar. Fiziksel tortullar, kayaçların parçalanması ile oluşan kırıntılı malzemelerin oluşturduğu kayaçlar olup, konglomera, kum taşı ve kil taşı gibi örnekleri içinde bulundurur. Bu tortullar, tüm tortulların %20 ilâ 25'ini kapsar. Son olarak organik tortullar, bitki ve hayvan kalıntılarının birikmesi sonucunda oluşan kayaçlar olup, petrol, kömür gibi örnekler barındırır. Bu tip tortullar, tüm tortullar içinde %10 ilâ 15'lik kısmını kapsar. Tüm tortul kayaçlar Dünya'nın yüzeyinde veya yüzeyine yakın tabakalarında oluşur.[1] Tabakalı bir gnays. Başkalaşım kayaçları, herhangi bir kayaç türünün, yüksek sıcaklık veya basınç altında değişim geçirmesiyle oluşan ve genelde önceki hâlinden daha dayanıklı kayaçlardır. Aşağıda bazı başkalaşım kayacı örnekleri yer almaktadır:[1] kalker → mermer granit → gnays kömür → elmas kil taşı → şist kum taşı → kuvarsit
Bu üç ana kayaç türü — püskürük, tortul ve başkalaşım — daha birçok alt dala ayrılır. Yine de bu ilintili kayaçlar arasında sert ve sıkı sınırlar yoktur. Bileşenlerinde yer alan minerallerdeki boyutların artıp azalması, bir kayacı başka bir kayaç hâline getirebilmektedir. Bu nedenle, belli özellikler için hazırlanan dereceler için hazırlanan tanımlamalar sayesinde herhangi bir kayaca isimler verilebilmektedir.Birde bazı kayaçlar elmas yapımında kullanılır[2]
Toplumdaki etkisi
Kayaçlar, insanoğlu için kültürel ve teknolojik anlamda büyük bir etkiye sahiptir. Homo sapiens ve diğer insansılar tarafından iki milyon yıldan beri kullanılan kayaçlar, insanlar için teknolojinin temel ögelerinden biridir. Taşların madenlerden çıkartılarak çeşitli amaçlar için kullanılması, en eski teknolojik ilerlemelerden biridir. Ancak bu süreç çeşitli yerlerde farklı madenlerin ve taşların bulunması nedeniyle farklı zamanlarda ilerleme gösterdi.
Tarih öncesi devirler arasında Taş çağı, Bronz çağı ve Demir çağı gibi çağlar yer almaktadır. Her ne kadar Taş çağı görünürde tüm dünya medeniyetleri üzerinde sona erdiyse de, birçok kayacın, binaların ve altyapıların inşasında kullanılmasına devam edilmiştir. Kayaçlar bu anlamda kullanıldığında kesme taş adıyla anılır...
İnsan yaşamını olumlu ve olumsuz etkileyen doğa özellikleri nelerdir?
Coğrafi araştirmalarda en çok hangi bilim dallarindan yararlanilir?
25 Eylül 2012 Salı
Dürüstlük insana neler kazandirir?
Dürüstlük bu zamanda doğrusunu söylemek gerekirse bu tür şeyleri dürüstlüğü bulmak çok ama çok zor..
Yalan artık bu çağda dahada bollaştı.Dürüst birini bulmak %2 desem yalan söylemiş sayılmam.
Ki dostluk;
Hayatta,yaşamda en önemli faktörlerden biridir.Aşağıdaki resime bakarsak dostluk cana aynadır gerçekten.
Gerçek bir dost;dürüst olur,o dürüstse sende dürüstsündür.
Dürüstlük insana şunu kazandırır;
İyilik kazandırır
gurur
sevgi
yaşama sevinci
Bunlar insana hayat,can verir.Dürüstlük,dostluğun kaynağıdır,dürüstlük dostluğu yaratır.
Dostluk can verir,kan verir.
Ki hayatta tek yanlız başına olduğunu düşünsen bir bakıp..
DOST,EN KÖTÜ ZAMANINDA YANINDA OLUR,O DÜŞTÜĞÜN ZAMAN KALKMANA YARDIM EDER..
ÇÜNKÜ GERÇEK DOSTTUR!DÜRÜSTTÜR SENDE DÜRÜSTSEN..
Dostluk ve Dürüstlük..
Hayat Bambaşka
Dürüst olalım arkadaşlar,yalnız kalmayalım!İnsanlığı doya doya yaşayalım,yaşasak!!!
Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/431419-durustluk-insana-neler-kazandirir.html#ixzz27ToXQAPN
Yalan artık bu çağda dahada bollaştı.Dürüst birini bulmak %2 desem yalan söylemiş sayılmam.
Ki dostluk;
Hayatta,yaşamda en önemli faktörlerden biridir.Aşağıdaki resime bakarsak dostluk cana aynadır gerçekten.
Gerçek bir dost;dürüst olur,o dürüstse sende dürüstsündür.
Dürüstlük insana şunu kazandırır;
İyilik kazandırır
gurur
sevgi
yaşama sevinci
Bunlar insana hayat,can verir.Dürüstlük,dostluğun kaynağıdır,dürüstlük dostluğu yaratır.
Dostluk can verir,kan verir.
Ki hayatta tek yanlız başına olduğunu düşünsen bir bakıp..
DOST,EN KÖTÜ ZAMANINDA YANINDA OLUR,O DÜŞTÜĞÜN ZAMAN KALKMANA YARDIM EDER..
ÇÜNKÜ GERÇEK DOSTTUR!DÜRÜSTTÜR SENDE DÜRÜSTSEN..
Dostluk ve Dürüstlük..
Hayat Bambaşka
Dürüst olalım arkadaşlar,yalnız kalmayalım!İnsanlığı doya doya yaşayalım,yaşasak!!!
Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/431419-durustluk-insana-neler-kazandirir.html#ixzz27ToXQAPN
Türk Beşleri kimdir, hayati ve çalişmalari hakkinda bilgi verir misiniz?
Türk Beşleri kimdir, hayati ve çalişmalari hakkinda bilgi verir misiniz?
Türk Beşleri özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde eserleriyle kendilerinden söz ettirmiş aşağıdaki beş Klasik Batı Müziği bestecisini bir arada tarif etmek için kullanılan uluslararası bir deyimdir. Türk müziği için çok önemlidirler. Bu kişiler:
1906 – Ulvi Cemal Erkin. Müzikle uğraşan İstanbul’lu bir ailede doğmuş. İlk müzik derslerini annesinden alıyor ve daha sonra da yabancı bir piyanistten piyano dersleri almış. 1925’de Paris’e eğitime gönderiliyor. 1930’da geri dönüp piyano ve beste eğitmeni olarak hocalık yapmaya başlamıştır. Köçekçeler yazmıştır (oyun havası tarzında türk müziği).
1906 – Yine İstanbul’lu bir ailenin çocuğu: Hasan Ferit Alnar. Daha çok geleneksel müzikle uğraşan bir aile. Kanuna yeteneği olduğunu gören ailesi bu konuda eğitim aldırmış. Hasan Ferit Alnar, devlet tarafından farklı bir eğitim alması için Viyana’ya gönderilmiş. Dünyanın ilk kanun konçertosunu yazmıştır.
1907 – İzmir’li müziksever bir ailenin çocuğu Ahmed Adnan Saygun. Müziğe yetenekli olduğunu gören ailesi 10’lu yaşlarının başında müzik eğitimine başlatıyor. Devlet tarafından Paris’e eğitime gönderilmiş. Daha sonra folklör ustası Bela Bartok ile halk müziklerini derlemişler. Yazdığı Yunus Emre Oratoryo’su 1947’de Paris’te de seslendirilmiş.
1908 – İstanbul’lu müziksever bir ailenin çocuğu Necil Kazım Akses. İstanbul Erkek Lisesi’nde lise eğitimi almış ve Viyolonsel çalıyor. Devlet tarafından eğitim için Viyana’ya gönderilmiş. Daha sonra piyano için minyatürler yazmış. Yani derinliği, perspektifi olmayan fakat bir olayı anlatan minimalist eserler.
- Ahmet Adnan Saygun
- Ulvi Cemal Erkin
- Cemal Reşit Rey
- Hasan Ferit Alnar
- Necil Kazım Akses
1906 – Ulvi Cemal Erkin. Müzikle uğraşan İstanbul’lu bir ailede doğmuş. İlk müzik derslerini annesinden alıyor ve daha sonra da yabancı bir piyanistten piyano dersleri almış. 1925’de Paris’e eğitime gönderiliyor. 1930’da geri dönüp piyano ve beste eğitmeni olarak hocalık yapmaya başlamıştır. Köçekçeler yazmıştır (oyun havası tarzında türk müziği).
1906 – Yine İstanbul’lu bir ailenin çocuğu: Hasan Ferit Alnar. Daha çok geleneksel müzikle uğraşan bir aile. Kanuna yeteneği olduğunu gören ailesi bu konuda eğitim aldırmış. Hasan Ferit Alnar, devlet tarafından farklı bir eğitim alması için Viyana’ya gönderilmiş. Dünyanın ilk kanun konçertosunu yazmıştır.
1907 – İzmir’li müziksever bir ailenin çocuğu Ahmed Adnan Saygun. Müziğe yetenekli olduğunu gören ailesi 10’lu yaşlarının başında müzik eğitimine başlatıyor. Devlet tarafından Paris’e eğitime gönderilmiş. Daha sonra folklör ustası Bela Bartok ile halk müziklerini derlemişler. Yazdığı Yunus Emre Oratoryo’su 1947’de Paris’te de seslendirilmiş.
1908 – İstanbul’lu müziksever bir ailenin çocuğu Necil Kazım Akses. İstanbul Erkek Lisesi’nde lise eğitimi almış ve Viyolonsel çalıyor. Devlet tarafından eğitim için Viyana’ya gönderilmiş. Daha sonra piyano için minyatürler yazmış. Yani derinliği, perspektifi olmayan fakat bir olayı anlatan minimalist eserler.
Liseler için namaz posteri (namazin kiliniş tablosu)
Merhaba arkadaşlar… Liseden bir öğrencimle çalıştığımız namaz konu materyalleri sizlerle paylaşmak istedik.. Biz bu çalışmayı ilkokul, ortaokul ve lise kademelerinde poster olarak kullanılmak üzere tasarladık… Öğrencilerimiz odalarına astıkları posterlerle namazı daha kolay öğrenecek ve pekiştireceklerdir diye düşünüyoruz.. Ayrıca DKAB dersliklerinde duvar panolarında da kullanılabilir. Emeği geçenlere Allah razı olsun demek kaydıyla tüm arkadaşlarımızın kullanımına açıktır..
Hepimiz için hayırlı, başarılı bir eğitim öğretim yılı olması dualarımızla…
Fatma ÇAKIROĞLU
Biltek Koleji
Üsküdar/ İSTANBUL
Not: Herhangi bir eksiklik veya hata dikkatinizi çekerse bilgi vermeniz önemle rica olunur..
Büyütmek için üzerine tıklayınız...
Beko Servisi Kocaeli - 444 1 494
Kocaeli Beko Servisi olarak alanında uzman ve eğitimli kadromuzla müşterilerimiz için çalışmaktayız. Bu alanda müşteri memnuniyetini ön planda tutarak sizlere en iyi hizmeti vermeye çalışıyoruz. Kocaeli’nin en iyi teknik servisi olarak sizlere yüksek kalite ve müşteri memnuniyetini esas alarak çalışmaktayız.
Kocaeli Servisi
Alanında uzman kadromuz 7gün 24 saat siz değerli müşterilerimize en iyi hizmeti verebilmek için çalışmaktadırlar. Firmamızın müşterilerimiz için sağladığı hizmetlerin en başında 1 yıl süre içerisinde özel servis garantisi vermemizdir. Tek amacımızın müşterilerimizin ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve onların memnuniyetini kazanabilmektir.
Kocaeli Beko Servisi
Her türlü servis ihtiyacınızda 444 1 494 nolu telefonumuzdan bizlere ulaşabilir ve en kısa sürede adresinizde olup sizlere kesin çözümler sunmaktayız.
Kocaeli Servisi
Alanında uzman kadromuz 7gün 24 saat siz değerli müşterilerimize en iyi hizmeti verebilmek için çalışmaktadırlar. Firmamızın müşterilerimiz için sağladığı hizmetlerin en başında 1 yıl süre içerisinde özel servis garantisi vermemizdir. Tek amacımızın müşterilerimizin ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve onların memnuniyetini kazanabilmektir.
Kocaeli Beko Servisi
Her türlü servis ihtiyacınızda 444 1 494 nolu telefonumuzdan bizlere ulaşabilir ve en kısa sürede adresinizde olup sizlere kesin çözümler sunmaktayız.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında kaleme alınan edebi eserlerinin özellikleri nelerdir ?
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında kaleme alınan edebi eserlerinin özellikleri nelerdir ?
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
Cumhuriyet döneminde Türkiye hemen hemen her alanda hızlı bir çağdaşlaşma hareketine girmiş olduğundan bu dönemde ortaya çıkmış birçok edebi ve fikri hareket aynı zaman içinde varlık göstermişlerdir. Daha önce olduğu gibi bir edebi akım ömrünü tamamlayıp yerine bir başkası geçmemiştir. Birçok edebi akım varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir. Farklı görüşte olan edebi anlayışlar Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan günüm.üze kadar varlıklarını devam ettirmiş, temsilcileriyle edebiyat ve sanat dünyasında örneklerini vermişlerdir. Bu nedenle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında gelişen edebi akımları kesin bir şekilde bir sınıflamaya sokmak biraz zor gibi gözükmektedir. Ancak biz yine de Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatını iki ana devre ve bunların alt kolları olan gruplara ayırmaya çalıştık. Cumhuriyet döneminde "edebiyat en çok; şiir, roman ve hikaye, tiyatro ve dergi gibi türlerde rağbet gördüğünden bu edebi türlerin Cumhuriyet dönemindeki gelişimini ele almaya çalıştık.
1923-1940 arası Türk edebiyatı
1940 sonrası Türk Edebiyatı.
1923-1940 arası Türk Edebiyatı da kendi içinde bölümlere ayrılır: I-ŞİİR: 1) Memleket Edebiyatı: a-Folklor şairleri b-Hamasi şairleri c-Mistik şairler 2) Öz Şiir Anlayışını benimseyenler: a) Yedi Meşaleciler 3) Toplumsal Gerçekçi Şiir. II-ROMAN VE HİKA YE : A-Memleket edebiyatı çerçevesinde gelişen roman ve hikaye yazarları. B-TOPLUMSAL Gerçekçi roman ve öykü III- TİY A TRO IV-DERGİLER V-Müstakil Şahsiyetler: Mehmet Akif ERSOY, Hüseyin Rahmi GÜRPİNAR, Abdülhak Şinasi HİSAR, Yahya Kemal BEYATLI, Cahit Sıtkı T ARANCI, Sait Faik ABASIY ANIK, Ahmet Hamdi TANPINAR, Peyami Sara.
1940 sonrası Türk Edebiyatı: I-şİİR: a) Nazım Hikmet'in Toplumsal Gerçekçi Şiir anlayışını devam ettirenler b-Garip Hareketi c) Hisarcılar ve Hisar Dergisi d) Mavi Grubu e) İkinci Yeni Hareketi, 1) 1960-2000 Arası Türk Şiiri g) 1940 Sonrası Türk Şiirinin Bazı Özgün isimleri 2- Roman a-1940 Sonrası Türk Roman ve Hikayesinin Bazı Usta Kalemleri 3- Tiyatro 4- Dergiler.
"Türkiye'de Cumhuriyet Devri Edebiyatı bu devrin ilk yıllarında önce, İstiklal Savaşı zaferlerinin ve Cumhuriyet inkılabının yarattığı devamlı heyecanlarla beslenerek, daha çok, Anadolu'daki Türk milletinin ve Türklerin elinde kalan öz yurt topraklarının hayat ve hareketlerini terennüm etmiştir. İnönü zaferleri için Sakarya ve bilhassa Dumlupınar kahramanlıkları için şiirler yazılmış, İzmir' e giden yolların; Akdeniz'e varan kahraman koşuların heyecanları dile getirmiştir.
"Refik Halit'in "Av Peşinde"sinden, Halide Edip'in "Ateşten Gömlek", "Vurun Kahpeye", "Dağa Çıkan Kurt" gibi eserlerinden, Yakup Kadri'nin Falih Rıfkı'nın bu konudaki yazılarından başlayarak; İstiklal Savaşı'nın mensur destanları, hikayeleri ve romanları yazılmıştır. "Halas" isimli romanıyla Mehmet Rauf, "Türk ilahisi isimli 'şiiriyle Süleyman Nazif gibi Servet-i Fünun sanatkarlarından başlayarak, en yeni en genç Türk şair ve muharrirlerine kadar, eli kalem tutan herkes, bu anlarda bu büyük ve enerjik Kurtuluş Savaşı için, duyduklarını, düşündüklerini söylemekte büyük bir zevk bulmuşlardır.
"Devrin şiir ve romanı gibi tiyatro edebiyatı da Cumhuriyetin ilk on yılı boyunca; bilhassa manzum tiyatro eserleri ve manzum destanlar halinde ve yine bu heyecanın yarattığı bir milli inanışla; en uzak ve en yakın Türk fazilet ve kahramanlıklarını sahneye koyan eserler yazılır.
"Aka Gündüz'ün "Mavi Yıldırım"ı, Faruk Nafıi'in "Akın, Kahraman, Öz Yurt" isimli tiyatroları, Behçet Kemal'in "Çoban ve Attila" isimli eserleri Yaşar Nabi'nin "Mete"si ve daha bir çok sanatkarların bu çeşit manzum tiyatroları, hep bu on yılın milli verimlerindendir. Sayı bakımından önemli bir yekun tutan bütün bu eserlerin sanat kıymeti bakımından ekseriya Türk edebiyatının birinci sınıf mahsulleri arasında yer alamayacaklarını ayrıca söylemek gerekir."
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
"Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri, Osmanlı Devleti'nin yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra yazılan şiirlere verilen addır. Burada siyasi bir durum söz konusudur. Ancak, imparatorluktan milli devlete geçiş, bütün edebiyatımıza, kültür hayatımıza ve elbette ki şiirimize de derinden tesir etmiştir.
"Osmanlı Devleti uzun yıllar yıkılışın sancılarını çekmiş, yıkılışı. geciktirecek birtakım geçici tedbirlere başvuffi1Uş ve gelişen Avrupa karşısında büyük bir aşağılık duygusuna kapılmıştır. Bunun edebiyata yansıması ise kötümserlik şeklinde olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ise varolma mücadelesini vermiş ve bu mücadeleyi kazanmıştır. Bunun edebiyattaki yansıması da kahramanlık ve iyimserlik şeklinde 0Imuştur."
Cumhuriyet dönemi şiirimiz tıpkı Tanzimat sonrası yenileşme dönemi şiirimiz gibi üç gelenekle beslenmiş ve gelişmiştir. Bunlar Divan şiiri. Halk şiiri ve Batı şiiri. Batı şiiri, şairlik geleneği kadar bilgi ve kültür bakımından da son derece donanımlı olan şairler tarafından edebiyatımıza sokulur. Yahya Kemal Parnast'lardan aldığı etkileri, Ahmet Haşim ise Sembolist ve empresyonist bazı özellikleri şiirimize getirir.
Edebiyatımızın en güçlü geleneklerinden olan Divan şiiri Tanzimat'tan sonra tamamen reddedilmekle beraber, şairlerin kalitesi yükselip zevkleri inceldikçe her dönem tekrar ele alınan bir kaynak olmuştur. Bazı sanatçıların sadece şekil ve vezin, bazılarının ise duygu ve imaj bakımından etkilendikleri Divan şiiri, 1923 'ten sonra eser veren şairler üzerinde de etkili olur. Cumhuriyet Devri Şiirinin, başlangıç yıllarında en çok etkilendiği .kaynak Halk şiiri geleneğidir. Ancak bir süre sonra Garipçiler tarafından tamamen reddedilen bu geleneğe yine bu grubun öncülerinden Orhan Veli'nin "Yol Türküleri" adlı eseri ile geri dönülür. Halk şiiri geleneğinin son dönemdeki gerçek temsilcisi Aşık Veysel'dir.
Tanzimat'tan sonraki şiirimizde görüldüğü gibi, Cumhuriyet şiirinde de didaktik, hamasi, sosyal muhtevalı şiir anlayışını, insanın iç dünyasını da ele alan şiir anlayışı takip etmiş, sonra bu aşırı ferdiyetçiliğe yeniden bir sosyal şiir anlayışı ile mukabele edilmiştir.
Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Milli Edebiyat hareketleri içinde bulunarak üne kavuşmuş olan yazar ve şairler, Cumhuriyet'in ilk yıllarında henüz hayattadırlar. Bunlardan Abdülhak Hamid gibi Tanzimat'tan sonraki bütün yeniliklerin içinde bulunmuş olanlar artık son eserlerini verirler. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Yakup Kadri vb. sanatçılar ise geçmiş dönemlerde olgunlaştırmış oldukları sanat anlayışlarıyla en güzel sanat eserlerini Cumhuriyet döneminde kaleme alırlar.
Bu dönem edebiyatının en önemli özelliklerinden biri; Milli Edebiyat hareketi sırasında ilk defa ele alınan Anadolu insanının, daha geniş açılardan bakılarak edebiyata konu yapılmasıdır.
Memleket edebiyatı adı verilen bu yöneliş,. eski nesle mensup şair ve yazarlarla ilk eserlerini mütareke yıllarından itibaren vermeye başlayan genç sanatçılar tarafından benimsenir. Bu konuyu işleyen manzum ve mensur eserlerin en bol olduğu dönem Cumhuriyet'in ilk yıllarıdır.
Dünyadaki ve Türkiye'deki sosyolojik değişmelerin etkisiyle Osmanlı- İslam tarihi ve kültürü ile aydınlar arasında çizilen kesin çizgi, manevi alanda boşluklar yaşayan bir aydın nesil yaratmaya başlar. Bu maddeci akıma karşı manevi değerleri ön plana çıkaran bir mistik akım oluşur. Şiirde Necip Fazıl, romanda ise Peyami Safa'nın öncülük ettiği mistisizmin yanı sıra, olgunluk dönemi eserlerini yer vermekte olan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal' in eserlerinde Sembolizmin izleri görülür.
MEMLEKET EDEBİYATI
Bu şairlerin çoğu halk edebiyatı geleneğini takip ederek, yeni bir şiir oluşturmaya çalışırlar. Ziya Gökalp ve Emin Yurdakul'un yolunu izlerler. Şiirlerinde konu memlekettir, hece veznini kullanırlar ve halk şiiri nazım şekillerini tercih ederler. Sade bir dille yazıp mahalli söyleyişlere de yer verirler. Daha ziyade didaktik bir tarzları vardır. Gururlu, iradeli ve iyimser bir psikoloji ile hitabet tonunda şiirler yazarlar.
FOLKLOR ŞAİRLERİ
"Halk evleri vasıtasıyla gücünü ve sayısını arttıran bu tarz şiirler çoğunlukla öğretmen yazarlara aittir. Böylece halk edebiyatı ve halk kültürüne ilgi, öğretmen şairler vasıtasıyla büyük bir yaygınlık kazanmış, sonraki nesillere de geçirilmiştir. Ahmet Kutsi Tecer'in Ülkü dergisinin idaresini üstlenmesinden sonra folklora da büyük ağırlık verilir. Ahmet Kutsi Tecer'in:
"Orda bir köy var uzakta O köy bizim köyümüzdür"
diye başlayan şiiri, halkçı şairlere tek bir hedef gösterir: Köy. Ancak, bu köyü konu alan şiir zevki halkevleri ve dergileri vasıtasıyla bütün ülkede yaygınlaşır. Ahmet Kutsi, köye, folklora ait bütün değerleri ortaya çıkarırken, Halk şiiri geleneğinin son büyük temsilcisini, Aşık Veysel ŞA TIROĞLU'nu keşfeder. Küçük yaşta gözlerini kaybeden şairin bütün dünyayı diğer duyularıyla idraki, köyün dar çerçevesinin ötesinde insanın ebedi özlemlerini dile getiren bu şiirler çok sevilmiş, taklit edilmiş ve halk şiiri geleneğinin ölümsüzlüğüne delil sayılmıştır. Ancak Aşık Veysel' den sonra gelen halk şairlerinde aynı gücü bulmak mümkün deği1dir."
"Folklor malzemesini en başarılı bir şekilde şiirimizde kullanan önemli bir isim de, Ressam Bedri Rahmi EYÜBOĞLU'dur (1911*1975). O folklor ile modem sanatı coşkun bir heyecan İle hem resimde hem de şiirde birleştirerek orijinal ve başarılı örnekler vermiştir. Resimleriyle şiirleri arasında büyük bir yakınlık vardır. Renk' duygusu çok kuvvetli olan şair, hem şiirde hem resimde renk uyumuna büyük önem verir. Renklerden bahseden ve onları hayatın bin bir durumu, duyguları ve eşyalar ile birleştiren şairdir.
"Çocukluk ve masal, hayatı değiştirme vasıtaları olarak, Bedri Rahmi'nin şiirine hakimdir. Halk sanatından, folklordan aldığı bazı unsurları da kendi orijinal imajlarıyla şiirine yerleştirerek kendi tarzını geliştirir."
MİSTİK ŞAİRLER
Nazım Hikmet'in başını çektiği, insanın manevi taraflarının 'ihmal edildiği Marksist şiir anlayışına karşı bir kısım şairler, insanın manevi taraflarının olduğunu savunmuşlardır. "Hareket noktası olarak Memleket edebiyatını alan şairler, görünen manzara ve insanların bir de görünmeyen iç alemlerini, ferdi duyuşlarını da anlatmak istediler. Öz Şiir peşinde gidenlerin başlangıç noktasını teşkil eden bu şairlerden Necip Fazıl, mistik ve dini bir heyecana kapılır. Felsefeyle meşguliyeti dolayısıyla aşma fikrine ulaşan, görünenin ardını araştıran ve mistik bir anlayışı geliştiren Necip Fazıl KISAKÜREK 1930 sonlarında Nazım Hikmetin tam karşısında görülür. O da Halk şiiri geleneğinden hareket etmiş, heceyi kullanmış, Batı şiiriyle kendi geleneğimizi birleştirmeye çalışmıştır. Felsefeye duyduğu merak bir çeşit mistik anlayış ve duyuşa yöneltmiştir.
Aç kapıyı haber ver
Ötenin ötesinden
Diyerek ötelerin sırlarını kurcalayan şair, zaman zaman mazoşist bir ruhun ifadesi olan melo-dramatik şiirler söylemiştir.
"Mistik akım, en orijinal örneklerinden birini Asaf Halet ÇELEBİ'nin şiirlerinde gösterir. Daha sonraları da Sezai KARAKOÇ gibi dindar şairler İkinci Yeni Akımı içinde, insanın iç dünyasının karmaşıklığını kurtaracak esrarlı gücü sızdırmaya çalışırlar.
NECİP FAZIL KISAKÜREK (1905-1983)
Maraşlı, zengin bir ailenin çocuğu olarak 1905 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesinin yaşadığı konak hayatı nedeniyle eziklik duymadan, aile fertlerinin özel ilgisiyle yetişti. İlk öğrenimini çok düzensiz ve dağınık yaptı. Ortaöğrenimini Bahriye Mektebi'nde yaptı. Darü'l-Fünun Felsefe bölümünde 1 yıl okudu. 1925 yılında devletin Avrupa'ya gönderdiği ilk burslu üniversite öğrencisi olarak Paris' e gitti. Dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş bankalarında memurluk ve müfettişlik yaptı. 1939 yılından itibaren Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuarı ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde hocalık yaptı. 1943 yılında Büyük Doğu Mecmuası'nı çıkarmaya başladıktan sonra memuriyet görevinden ayrılarak yazı hayatına atıldı. 25 Mayıs 1983 tarihinde vefat etti.
Necip Fazıl hayatını üç safhaya ayırır: a- 1920-1934 genç bunalımlı şair, b- 1934-1945- mistik şair, c- 1945-1983 sabık şair.
İlk dönem şiirlerinin çoğu Milli Mecmua ve Hayat dergilerinde yayımlanır. Şair bu dönemde bireysel sıkıntı ve patlamaları, buhranları yaşar. Ferdi bunalımlarının dışa vurmuş hali olan bu şiirlerde en çok ölüm, karanlık ve yalnızlık temaları işlenir.
Necip Fazıl Cumhuriyet nesli şairleri içinde en trajik veya daha uygun bir ifade ile en "patetik" olanıdır. Bu bakımdan o şiirlerinde bunalımlarını anlatan son kuşak şairlerine yaklaşır. Fakat onlara hayatı boş, karanlık ve karışık gösteren ruhi sıkıntı daha ziyade sosyal sebeplere dayandığı halde "Kaldırımlar Şairi"nin ıstırabı daha çok ferdi ve metafizik bir mahiyettaşır. Necip Fazıl'ı tahrik eden, bunalımlar içinde eriten esas amil, dıştan ziyade onun kendi içindedir. O, bir mizacın şairidir. Kaldırımlarda bu mizaç en sanatkarane ifadelerinden birini bulur. Şairin kudreti, ruh haline en uygun sembol, atmosfer, ve ahengi bulabilmesindedir. Bu dönemin en güzel şiiri olan Kaldırımlar' da dış alem, iç alemin objektif karşılığını teşkil eder..
Bu dönem şiirlerinde mustarip, arayan, bekleyen ve hiç tatmin olamayan modem insanın huzursuzluğu görülür. Kaldırımlar, Otel Odaları, Sayıklama, Bu Yağmur, Noktürn, Gel, Geçen Dakikalarım gibi şiirler bu dönemin en güzel örnekleridir.
Necip Fazıl, 1934 yılından itibaren fikir ve manevi dünyasında geçirdiği değişiklikle, daha çok mistik ve tasavvufi bir şair kimliğini kazanır.1934 yılından sonra bağlandığı tasavvufi anlayış ve dini kaygılardan dolayı Ben ve Ötesi ve Örümcek Ağı gibi şiir kitaplarındaki birçok şiirini kabul etmez.
"Yararlandığı mistik şiir geleneği, onun ruhunu sakinleştirmekten uzaktır. Ancak bu özelliği, Necip Fazılın şiirinin asıl cazibesini yapar. Sonraları dine yöneldikçe, Necip Fazıl başlangıçtaki bu trajik duyuşunu kaybeder.
"Orhan OKAY, memleketçi şiir ile materyalist ideolojik şiir yanında Necip Fazılın şiiri hakkında şu değerlendirmeyi yapar: "Bu yeni ses işte o sosyal - ideolojik muhtevalı şiire bir reaksiyon gibidir. Şiirde dışa çevrilmiş olan gözler, insanın iç varlığına çekiliyor, yeni ve orijinal tesire bırakan psikolojik bir derinlik kendisini fark ettiriyordu.
"Mistik, metafizik temayüller, yalnızlık, vehimler, sayıklamalarla görülen trajik karakter, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'insaf şiirinden onu uzaklaştırır. Ürpertici hayaller ile uyandırılan korku da şairin trajik cephesini besler. Bu korku ile Egzistansiyalistlerin "angoisse"i arasında bir bağ vardır. Necip . Fazıl'ın 1943 'ten sonraki şiirlerinde dini- mistik temayül artar.
"Bizce şiir mutlak hakikati arama işidir. Eşya ve hadiselerin, bütün mantık yasaklarına rağmen en mahrem, en mahcup, en nazik ve hassas nahiyesini tutarak ve nispetlerini bularak, mutlak hakikati arama işi" diyen Necip Fazıl tıpkı Nazım Hikmet gibi geniş bir tesir alanı bulmuş, bu tesir 1960'lardan sonra "İslami dünya görüşü"ne bağlı olanlar arasında artmıştır.
Şiirlerindeki mistisizm, kapalılık, trajik söyleyiş geleneğe bağlılık, şekil bakımından kusursuzluk, Necip Fazıl'ın şiir tarihimizdeki yerini sağlamlaştırır.
Necip Fazıl, memuriyet görevinden istifa ettikten sonra, dergicilik vasıtasıyla topluma seslenmeye çalışır. Vakit dergisinde yazılar yazar, Ağaç dergisini yönetir. Büyük Doğu dergisini çıkarır. Bu dergiler fikir dünyasına toplumsal bir hareketlilik getirir. İşlenmesi ve anlatılması zor ve yasak olan yazı ve düşünceleri kaleme alır.
Necip Fazıl,siyasi yönüyle hiç korku ve pervası olmayan bir kişidir. Onunla ancak korkusuz ve pervasızlar işlere girişebilir. Yaşadığı dönemde devamlı kendi etrafında oldukça geniş halk kitlelerini bulur. Necip Fazıl öldükten sonra, kendi döneminde gündemde olan ve ağırlık teşkil eden konular, devir ve şartlar değiştiği için gündemdeki yerini kaybeder.
Türk edebiyatı, Türkçe'yi kullanma, akıcılık, dolgunluk ve anlam yoğunluğu bakımından Necip Fazıl'a muhtaçtır. Necip Fazıl da Ahmet Hamdi T ANPINAR gibi Fransız şiir anlayışını benimsemiş, fakat söyleyiş kıymetleriyle birleştirmek suretiyle şiirlerine daha büyük bir hayat kudreti verebilmek sırrına ulaşmıştır.
Necip Fazı!:!9 kendi i_sine göre şiir, iki unsurdan oluşur:
His ve fikir. Şiir bu iki unsurun terkibinden meydana gelir: Ona öre şiirde temel unsur, duygu haline gelmiş düşüncedir. Şiir hiçbir zaman bir tebliğ değildir. Şiir müşahhastan mücerrede doğru giderken duyuruculuk yoluyla manayı telkin ederek neticeye ulaşır.
Necip Fazıl yazdığı şiirlerde şekil ve. sanatı hiçbir zaman ihmal etmez. Şiirin estetik ve fanatik değerler içinde yeni büyük bir sanat gücü ile verilmesini şart koşar. Yine ona öre'. şiirin dış yapısı olan şekil ve kalıp, yan, vezin ve kafiye gibi unsurlarla iç ya ısı o an manasında bir ahenk sağlanması şarttır. Mana şekli aşmalı, ona esir olmamalı.
Necip Fazıl duygularına en uygun hayaller yaratmakta mahir olan bir şairdir. Onun şiirlerinde imajlar bir süs veya kelime oyunu değil, fonksiyonları olan, duyguların mahiyetini ve şiddet derecelerini ifade eden vasıtalardır.
Necip Fazıl'a göre bütün güzel sanatlar gibi şiir de Allah'ı yani mutlak hakikati arama işidir. "Alemin namülenahi kesretinden büyük ve merkezi vahdete ulaşmak şiirin biricik gayesidir." Diyen sanatçının şiire yüklediği fonksiyon da mistik-tasavvufı bir görünümdedir.
Necip Fazıl'ın son dönem şi.irlerinde en çok işlediği tema sonsuzluk, ebediyet ve Allah'tır. Sonsuzluğun ve ebediyetin sırrını çözdüğüne inanan Necip Fazıl'a göre, şairlik cüce işidir. "Büyük sanatkarlık" olarak gördüğü ebediyete kavuşma arzusu da onun biricik gayesi ve "meselesi"dir.
Şiir Kitapları: Kaldırımlar, Ben ve Ötesi Örümcek Ağı, Çile ve Sonsuzluk Kervanı.
ASAF HALET ÇELEBİ (1907-1958)
1907. yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve örta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde yaptı Adliye Meslek Mektebi'ni tamamladıktan sonra Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesinde katip olarak çalışmaya başladı. Osmanlı Bankası ve Denizyolları İdaresinde çalıştı. En son İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Kütüphanesinde memur olarak çalıştı. 1958 yılında öldü.
Şiire gazel ve rubailer yazarak başlayan Asaf Halet Çelebi'nin ilk şiirleri Servet-i Fünftn, Hamle, Sokak gibi dergilerle, Gün gazetesinde yayımlanır. Şiirlerinde mistik, soyut ve egzotik unsurlar hakim olur. Hem tasavvur, hem de mistisizm onun şiirlerinde harmanlanarak, ona özgü şiirlerin ortaya çıkmasını sağlayan iki önemli unsurdur. Asaf Halet Çelebi'nin hemen hemen bütün şiirlerinde tasavvufi ve mistik eğilimler yer alır. Çocukluğunda büyüklerinden sıkça dinlediği masallar, hikayeler, doğu kültürüne ait efsaneler onun hayal dünyasında oldukça derin izler bırakır, bu izler daha sonra şair kimliğine de güçlü bir şekilde etki eder.
Asaf Halet, kendi ruh hallerini anlattığı şiirlerinde dahi, masal ve tasavvuftan yararlanır. Sadece İslam tasavvufu değil, uzak doğu mistisizmi ve diğer ilahi dinlerin mistisizminden de yararlanır. Hayata ironik olarak baktığı şiirlerinde dahi, dinlediği masalların hayal dünyasında oluşturduğu izler görülür.
Asaf Halet Çelebi'ye göre "şiir basmakalıp bir peyzaj, uluorta bir hikaye olmadığı gibi, neyi ifade ettiği belli olmayan bir musiki de
değildir. Fakat şiirde bunlilrın hepsinden birer nebze bulunmak icap eder. Ancak şairin maksadı ne hikaye anlatmak, ne musiki yapmak ne de resim çizmek olmadığı için bunlar ancak dozu kaçırılmadan şiire verilebilir." Yine ona göre "şair şuuraltı ile çok temas etmesi gereken bir insandır.
Asaf Halet şiirde vezin ve kafiyeye önem vermez, şiirde ahengi yakalamak için bunlara başvurmaz, ahengi şiirin kompozisyonunda arar.
Asaf Halet Çelebi, yaşadığı dönem içinde hiçbir şiir akımının etkisi altında kalmadan kendine özgü şiirler yazabilmiş, diğer taraftan da taklit edilmesi oldukça zor bir şairdir. Cumhuriyet döneminde, eski şiiri oldukça iyi bilen bir sanatçı olarak mistik şiirde yenilik gerçekleştirebilen bir sanatçıdır.
"O, ne gelmiş geçmiş tek şairdi ne de şiirleri tartışılmaz metinlerdi. O yer. yer empresyonist ama çoğunlukla realiteyi mistisizmle karıştıran irrealist söyleyişleriyle bir yandan kimi batılı şairlerle yakınlık kurarken diğer yandan da doğulu mutasavvıf
şairlerden beslenmeyi ihmal etmeyen bir yenilikçi şairdi. Bu yönüyle Asaf Halet, birçok sanatçının geçmişinden ve doğu kültüründen kopuk bir kültürle yetişmeyi yeğlediği bir dönemde yetişmiş olmasına rağmen farklı bir kişiliğe sahiptir.
Asaf Halet Çelebi'nin başlıca şiir kitapları şunlardır: He(l942), Lamelif (1945), Om Mani Padme Hum (1953).
ÖZ ŞİİR ANLAYIŞI
Cumhuriyet döneminde 1930'lu yıllara kadar memleketçi edebiyat anlayışı edebiyat ve sanat hayatında etkili olmuştur. 1930'lu yıllara doğru memleketçi edebiyata karşı sanatı ön plana alan kıpırdamalar görünmeye başlar. Bu hareketlerin ilki Öz şiiri benimseyen sanatçılardır.
"Didaktik şiir anlayışının şiirle bir ilgisi yoktur. Bundan dolayıdır ki, ilk yılların heyecanı bitince, şairler de haklı olarak "beylik edebiyatı" diye nitelendirmeye başladıkları ve birçok kötü şairin elinde tekerlemeler halini alan, memleketi anlatan şiirlerden bıkmış, yeni yollar aramaya başlamışlardır. Batıda savaş sonrası yeni akımlar çıkmıştır. Ancak Batı savaştan çıkmış ve her şeye inancını kaybetmiş bir halde iken Dadaizm akımı orada, . inkarcılığının bütün tesirlerini yaşatmıştı. Halbuki bu tarihlerde Türkiye' de yepyeni bir yaşayış ve inanç vardı. Yeni bir yaşama mücadelesine başlarken, eski kötümser şairler bile tavır değiştirmişlerdir. Bundan dolayı ne Dadaizm ne de ondan türeyen yeni akımlar bizde yankı uyandırdı. Şairlerimiz bu akımları, akımların hızı geçtikten sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın eşiğinde yakaladılar.,,63 .
Türkiye’de Cumhuriyet döneminde "sanat sanat içindir" deyip öz şiir anlayışını benimseyen ilk grup YEDİ MEŞALECİLERDİR. Şiirlerini Yedi Meşale adlı bir kitapta toplayan Muammer Lutfi, Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret, Ziya Osman Saba ve Kenan Hulusi Korayadlı gençlerin oluşturduğu bir harekettir. Bunlar eserlerini Meşale adlı bir dergide yayınlıyor ve bunlara Ahmet Haşim de yazılar gönderiyordu. Bu grup artık Ayşe, Fatma edebiyatından bıktıklarını ilan ediyor ve ne olduğu çok da açık seçik belirtilmeyen ancak Servet/-i Fünun ve Fecr-i Ati şiir anlayışlarına yakın duran ve bunların devamı olduğunu gösteren şiirler yazıyorlardı.
Bunlara göre şiir hiçbir fikir ve ideolojinin hizmetinde kullanılamaz Gerçek şiir, sanat için yazılan, samimi ve yenilik dolu olan şiirdir.
Yedi Meşale'nin Mukaddimesi "Bu eser size her türlü müşkilata rağmen yalnız sanat aşkıyla çalışan birkaç gencin bir senelik edebi mahsülünü takdim ediyor" diye başlar.
Mukaddimede gençler kendilerinin de zamanla önemsiz kalacaklarını, buna rağmen taklitçi edebiyattan kurtulmak için vazifeye atıldıklarını belirtirler. Sanat anlayışlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dünün mızmız ve soluk hisleri ve Ayşe Fatma terennümleri terk edilecek. -Yalnız duygular ifade edilecek. -Şiirin konu ve temaları genişletilecek. -Yıllardır değiştire değiştire, verilen fikir ve konulardan vazgeçilecek. -Şiirde canlılık samimiyet ve yenilik esas olacak. -Gerçek bir sanat eseri meydana getirmek için şiirlerde sanat ve inceliğe dikkat edilecektir.
"Bu önsöz, edebi bir tatminsizlik ve mevcut edebiyattan bıkış ile edebiyatın bozulduğu bittiği hakkında, hemen her devirde söylenegelen sözlere bir tepkiden ibarettir. Bu ifadelerin çoğu Abdülhak Hamid ve Recaizade Mahmut Ekrem'in şiirin hiçbir şekilde sınırlandırılmayacağını anlatan yazı ve şiirlerini andırır.,,64
Bu şairler Türk edebiyatından Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şairleri Avrupa edebiyatından da Parnas akımın etkisinde kalmışlardır. Bu hareket fazla uzun sürmez. Yedi Meşale'yi çıkaran gençlerin çoğunda şiir faaliyeti bir gençlik hevesi olarak kalır.
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
Cumhuriyet döneminde Türkiye hemen hemen her alanda hızlı bir çağdaşlaşma hareketine girmiş olduğundan bu dönemde ortaya çıkmış birçok edebi ve fikri hareket aynı zaman içinde varlık göstermişlerdir. Daha önce olduğu gibi bir edebi akım ömrünü tamamlayıp yerine bir başkası geçmemiştir. Birçok edebi akım varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir. Farklı görüşte olan edebi anlayışlar Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllardan günüm.üze kadar varlıklarını devam ettirmiş, temsilcileriyle edebiyat ve sanat dünyasında örneklerini vermişlerdir. Bu nedenle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında gelişen edebi akımları kesin bir şekilde bir sınıflamaya sokmak biraz zor gibi gözükmektedir. Ancak biz yine de Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatını iki ana devre ve bunların alt kolları olan gruplara ayırmaya çalıştık. Cumhuriyet döneminde "edebiyat en çok; şiir, roman ve hikaye, tiyatro ve dergi gibi türlerde rağbet gördüğünden bu edebi türlerin Cumhuriyet dönemindeki gelişimini ele almaya çalıştık.
1923-1940 arası Türk edebiyatı
1940 sonrası Türk Edebiyatı.
1923-1940 arası Türk Edebiyatı da kendi içinde bölümlere ayrılır: I-ŞİİR: 1) Memleket Edebiyatı: a-Folklor şairleri b-Hamasi şairleri c-Mistik şairler 2) Öz Şiir Anlayışını benimseyenler: a) Yedi Meşaleciler 3) Toplumsal Gerçekçi Şiir. II-ROMAN VE HİKA YE : A-Memleket edebiyatı çerçevesinde gelişen roman ve hikaye yazarları. B-TOPLUMSAL Gerçekçi roman ve öykü III- TİY A TRO IV-DERGİLER V-Müstakil Şahsiyetler: Mehmet Akif ERSOY, Hüseyin Rahmi GÜRPİNAR, Abdülhak Şinasi HİSAR, Yahya Kemal BEYATLI, Cahit Sıtkı T ARANCI, Sait Faik ABASIY ANIK, Ahmet Hamdi TANPINAR, Peyami Sara.
1940 sonrası Türk Edebiyatı: I-şİİR: a) Nazım Hikmet'in Toplumsal Gerçekçi Şiir anlayışını devam ettirenler b-Garip Hareketi c) Hisarcılar ve Hisar Dergisi d) Mavi Grubu e) İkinci Yeni Hareketi, 1) 1960-2000 Arası Türk Şiiri g) 1940 Sonrası Türk Şiirinin Bazı Özgün isimleri 2- Roman a-1940 Sonrası Türk Roman ve Hikayesinin Bazı Usta Kalemleri 3- Tiyatro 4- Dergiler.
"Türkiye'de Cumhuriyet Devri Edebiyatı bu devrin ilk yıllarında önce, İstiklal Savaşı zaferlerinin ve Cumhuriyet inkılabının yarattığı devamlı heyecanlarla beslenerek, daha çok, Anadolu'daki Türk milletinin ve Türklerin elinde kalan öz yurt topraklarının hayat ve hareketlerini terennüm etmiştir. İnönü zaferleri için Sakarya ve bilhassa Dumlupınar kahramanlıkları için şiirler yazılmış, İzmir' e giden yolların; Akdeniz'e varan kahraman koşuların heyecanları dile getirmiştir.
"Refik Halit'in "Av Peşinde"sinden, Halide Edip'in "Ateşten Gömlek", "Vurun Kahpeye", "Dağa Çıkan Kurt" gibi eserlerinden, Yakup Kadri'nin Falih Rıfkı'nın bu konudaki yazılarından başlayarak; İstiklal Savaşı'nın mensur destanları, hikayeleri ve romanları yazılmıştır. "Halas" isimli romanıyla Mehmet Rauf, "Türk ilahisi isimli 'şiiriyle Süleyman Nazif gibi Servet-i Fünun sanatkarlarından başlayarak, en yeni en genç Türk şair ve muharrirlerine kadar, eli kalem tutan herkes, bu anlarda bu büyük ve enerjik Kurtuluş Savaşı için, duyduklarını, düşündüklerini söylemekte büyük bir zevk bulmuşlardır.
"Devrin şiir ve romanı gibi tiyatro edebiyatı da Cumhuriyetin ilk on yılı boyunca; bilhassa manzum tiyatro eserleri ve manzum destanlar halinde ve yine bu heyecanın yarattığı bir milli inanışla; en uzak ve en yakın Türk fazilet ve kahramanlıklarını sahneye koyan eserler yazılır.
"Aka Gündüz'ün "Mavi Yıldırım"ı, Faruk Nafıi'in "Akın, Kahraman, Öz Yurt" isimli tiyatroları, Behçet Kemal'in "Çoban ve Attila" isimli eserleri Yaşar Nabi'nin "Mete"si ve daha bir çok sanatkarların bu çeşit manzum tiyatroları, hep bu on yılın milli verimlerindendir. Sayı bakımından önemli bir yekun tutan bütün bu eserlerin sanat kıymeti bakımından ekseriya Türk edebiyatının birinci sınıf mahsulleri arasında yer alamayacaklarını ayrıca söylemek gerekir."
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİ
"Cumhuriyet Dönemi Türk şiiri, Osmanlı Devleti'nin yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra yazılan şiirlere verilen addır. Burada siyasi bir durum söz konusudur. Ancak, imparatorluktan milli devlete geçiş, bütün edebiyatımıza, kültür hayatımıza ve elbette ki şiirimize de derinden tesir etmiştir.
"Osmanlı Devleti uzun yıllar yıkılışın sancılarını çekmiş, yıkılışı. geciktirecek birtakım geçici tedbirlere başvuffi1Uş ve gelişen Avrupa karşısında büyük bir aşağılık duygusuna kapılmıştır. Bunun edebiyata yansıması ise kötümserlik şeklinde olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ise varolma mücadelesini vermiş ve bu mücadeleyi kazanmıştır. Bunun edebiyattaki yansıması da kahramanlık ve iyimserlik şeklinde 0Imuştur."
Cumhuriyet dönemi şiirimiz tıpkı Tanzimat sonrası yenileşme dönemi şiirimiz gibi üç gelenekle beslenmiş ve gelişmiştir. Bunlar Divan şiiri. Halk şiiri ve Batı şiiri. Batı şiiri, şairlik geleneği kadar bilgi ve kültür bakımından da son derece donanımlı olan şairler tarafından edebiyatımıza sokulur. Yahya Kemal Parnast'lardan aldığı etkileri, Ahmet Haşim ise Sembolist ve empresyonist bazı özellikleri şiirimize getirir.
Edebiyatımızın en güçlü geleneklerinden olan Divan şiiri Tanzimat'tan sonra tamamen reddedilmekle beraber, şairlerin kalitesi yükselip zevkleri inceldikçe her dönem tekrar ele alınan bir kaynak olmuştur. Bazı sanatçıların sadece şekil ve vezin, bazılarının ise duygu ve imaj bakımından etkilendikleri Divan şiiri, 1923 'ten sonra eser veren şairler üzerinde de etkili olur. Cumhuriyet Devri Şiirinin, başlangıç yıllarında en çok etkilendiği .kaynak Halk şiiri geleneğidir. Ancak bir süre sonra Garipçiler tarafından tamamen reddedilen bu geleneğe yine bu grubun öncülerinden Orhan Veli'nin "Yol Türküleri" adlı eseri ile geri dönülür. Halk şiiri geleneğinin son dönemdeki gerçek temsilcisi Aşık Veysel'dir.
Tanzimat'tan sonraki şiirimizde görüldüğü gibi, Cumhuriyet şiirinde de didaktik, hamasi, sosyal muhtevalı şiir anlayışını, insanın iç dünyasını da ele alan şiir anlayışı takip etmiş, sonra bu aşırı ferdiyetçiliğe yeniden bir sosyal şiir anlayışı ile mukabele edilmiştir.
Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve Milli Edebiyat hareketleri içinde bulunarak üne kavuşmuş olan yazar ve şairler, Cumhuriyet'in ilk yıllarında henüz hayattadırlar. Bunlardan Abdülhak Hamid gibi Tanzimat'tan sonraki bütün yeniliklerin içinde bulunmuş olanlar artık son eserlerini verirler. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Yakup Kadri vb. sanatçılar ise geçmiş dönemlerde olgunlaştırmış oldukları sanat anlayışlarıyla en güzel sanat eserlerini Cumhuriyet döneminde kaleme alırlar.
Bu dönem edebiyatının en önemli özelliklerinden biri; Milli Edebiyat hareketi sırasında ilk defa ele alınan Anadolu insanının, daha geniş açılardan bakılarak edebiyata konu yapılmasıdır.
Memleket edebiyatı adı verilen bu yöneliş,. eski nesle mensup şair ve yazarlarla ilk eserlerini mütareke yıllarından itibaren vermeye başlayan genç sanatçılar tarafından benimsenir. Bu konuyu işleyen manzum ve mensur eserlerin en bol olduğu dönem Cumhuriyet'in ilk yıllarıdır.
Dünyadaki ve Türkiye'deki sosyolojik değişmelerin etkisiyle Osmanlı- İslam tarihi ve kültürü ile aydınlar arasında çizilen kesin çizgi, manevi alanda boşluklar yaşayan bir aydın nesil yaratmaya başlar. Bu maddeci akıma karşı manevi değerleri ön plana çıkaran bir mistik akım oluşur. Şiirde Necip Fazıl, romanda ise Peyami Safa'nın öncülük ettiği mistisizmin yanı sıra, olgunluk dönemi eserlerini yer vermekte olan Ahmet Haşim ve Yahya Kemal' in eserlerinde Sembolizmin izleri görülür.
MEMLEKET EDEBİYATI
Bu şairlerin çoğu halk edebiyatı geleneğini takip ederek, yeni bir şiir oluşturmaya çalışırlar. Ziya Gökalp ve Emin Yurdakul'un yolunu izlerler. Şiirlerinde konu memlekettir, hece veznini kullanırlar ve halk şiiri nazım şekillerini tercih ederler. Sade bir dille yazıp mahalli söyleyişlere de yer verirler. Daha ziyade didaktik bir tarzları vardır. Gururlu, iradeli ve iyimser bir psikoloji ile hitabet tonunda şiirler yazarlar.
FOLKLOR ŞAİRLERİ
"Halk evleri vasıtasıyla gücünü ve sayısını arttıran bu tarz şiirler çoğunlukla öğretmen yazarlara aittir. Böylece halk edebiyatı ve halk kültürüne ilgi, öğretmen şairler vasıtasıyla büyük bir yaygınlık kazanmış, sonraki nesillere de geçirilmiştir. Ahmet Kutsi Tecer'in Ülkü dergisinin idaresini üstlenmesinden sonra folklora da büyük ağırlık verilir. Ahmet Kutsi Tecer'in:
"Orda bir köy var uzakta O köy bizim köyümüzdür"
diye başlayan şiiri, halkçı şairlere tek bir hedef gösterir: Köy. Ancak, bu köyü konu alan şiir zevki halkevleri ve dergileri vasıtasıyla bütün ülkede yaygınlaşır. Ahmet Kutsi, köye, folklora ait bütün değerleri ortaya çıkarırken, Halk şiiri geleneğinin son büyük temsilcisini, Aşık Veysel ŞA TIROĞLU'nu keşfeder. Küçük yaşta gözlerini kaybeden şairin bütün dünyayı diğer duyularıyla idraki, köyün dar çerçevesinin ötesinde insanın ebedi özlemlerini dile getiren bu şiirler çok sevilmiş, taklit edilmiş ve halk şiiri geleneğinin ölümsüzlüğüne delil sayılmıştır. Ancak Aşık Veysel' den sonra gelen halk şairlerinde aynı gücü bulmak mümkün deği1dir."
"Folklor malzemesini en başarılı bir şekilde şiirimizde kullanan önemli bir isim de, Ressam Bedri Rahmi EYÜBOĞLU'dur (1911*1975). O folklor ile modem sanatı coşkun bir heyecan İle hem resimde hem de şiirde birleştirerek orijinal ve başarılı örnekler vermiştir. Resimleriyle şiirleri arasında büyük bir yakınlık vardır. Renk' duygusu çok kuvvetli olan şair, hem şiirde hem resimde renk uyumuna büyük önem verir. Renklerden bahseden ve onları hayatın bin bir durumu, duyguları ve eşyalar ile birleştiren şairdir.
"Çocukluk ve masal, hayatı değiştirme vasıtaları olarak, Bedri Rahmi'nin şiirine hakimdir. Halk sanatından, folklordan aldığı bazı unsurları da kendi orijinal imajlarıyla şiirine yerleştirerek kendi tarzını geliştirir."
MİSTİK ŞAİRLER
Nazım Hikmet'in başını çektiği, insanın manevi taraflarının 'ihmal edildiği Marksist şiir anlayışına karşı bir kısım şairler, insanın manevi taraflarının olduğunu savunmuşlardır. "Hareket noktası olarak Memleket edebiyatını alan şairler, görünen manzara ve insanların bir de görünmeyen iç alemlerini, ferdi duyuşlarını da anlatmak istediler. Öz Şiir peşinde gidenlerin başlangıç noktasını teşkil eden bu şairlerden Necip Fazıl, mistik ve dini bir heyecana kapılır. Felsefeyle meşguliyeti dolayısıyla aşma fikrine ulaşan, görünenin ardını araştıran ve mistik bir anlayışı geliştiren Necip Fazıl KISAKÜREK 1930 sonlarında Nazım Hikmetin tam karşısında görülür. O da Halk şiiri geleneğinden hareket etmiş, heceyi kullanmış, Batı şiiriyle kendi geleneğimizi birleştirmeye çalışmıştır. Felsefeye duyduğu merak bir çeşit mistik anlayış ve duyuşa yöneltmiştir.
Aç kapıyı haber ver
Ötenin ötesinden
Diyerek ötelerin sırlarını kurcalayan şair, zaman zaman mazoşist bir ruhun ifadesi olan melo-dramatik şiirler söylemiştir.
"Mistik akım, en orijinal örneklerinden birini Asaf Halet ÇELEBİ'nin şiirlerinde gösterir. Daha sonraları da Sezai KARAKOÇ gibi dindar şairler İkinci Yeni Akımı içinde, insanın iç dünyasının karmaşıklığını kurtaracak esrarlı gücü sızdırmaya çalışırlar.
NECİP FAZIL KISAKÜREK (1905-1983)
Maraşlı, zengin bir ailenin çocuğu olarak 1905 yılında İstanbul'da doğdu. Ailesinin yaşadığı konak hayatı nedeniyle eziklik duymadan, aile fertlerinin özel ilgisiyle yetişti. İlk öğrenimini çok düzensiz ve dağınık yaptı. Ortaöğrenimini Bahriye Mektebi'nde yaptı. Darü'l-Fünun Felsefe bölümünde 1 yıl okudu. 1925 yılında devletin Avrupa'ya gönderdiği ilk burslu üniversite öğrencisi olarak Paris' e gitti. Dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş bankalarında memurluk ve müfettişlik yaptı. 1939 yılından itibaren Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuarı ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde hocalık yaptı. 1943 yılında Büyük Doğu Mecmuası'nı çıkarmaya başladıktan sonra memuriyet görevinden ayrılarak yazı hayatına atıldı. 25 Mayıs 1983 tarihinde vefat etti.
Necip Fazıl hayatını üç safhaya ayırır: a- 1920-1934 genç bunalımlı şair, b- 1934-1945- mistik şair, c- 1945-1983 sabık şair.
İlk dönem şiirlerinin çoğu Milli Mecmua ve Hayat dergilerinde yayımlanır. Şair bu dönemde bireysel sıkıntı ve patlamaları, buhranları yaşar. Ferdi bunalımlarının dışa vurmuş hali olan bu şiirlerde en çok ölüm, karanlık ve yalnızlık temaları işlenir.
Necip Fazıl Cumhuriyet nesli şairleri içinde en trajik veya daha uygun bir ifade ile en "patetik" olanıdır. Bu bakımdan o şiirlerinde bunalımlarını anlatan son kuşak şairlerine yaklaşır. Fakat onlara hayatı boş, karanlık ve karışık gösteren ruhi sıkıntı daha ziyade sosyal sebeplere dayandığı halde "Kaldırımlar Şairi"nin ıstırabı daha çok ferdi ve metafizik bir mahiyettaşır. Necip Fazıl'ı tahrik eden, bunalımlar içinde eriten esas amil, dıştan ziyade onun kendi içindedir. O, bir mizacın şairidir. Kaldırımlarda bu mizaç en sanatkarane ifadelerinden birini bulur. Şairin kudreti, ruh haline en uygun sembol, atmosfer, ve ahengi bulabilmesindedir. Bu dönemin en güzel şiiri olan Kaldırımlar' da dış alem, iç alemin objektif karşılığını teşkil eder..
Bu dönem şiirlerinde mustarip, arayan, bekleyen ve hiç tatmin olamayan modem insanın huzursuzluğu görülür. Kaldırımlar, Otel Odaları, Sayıklama, Bu Yağmur, Noktürn, Gel, Geçen Dakikalarım gibi şiirler bu dönemin en güzel örnekleridir.
Necip Fazıl, 1934 yılından itibaren fikir ve manevi dünyasında geçirdiği değişiklikle, daha çok mistik ve tasavvufi bir şair kimliğini kazanır.1934 yılından sonra bağlandığı tasavvufi anlayış ve dini kaygılardan dolayı Ben ve Ötesi ve Örümcek Ağı gibi şiir kitaplarındaki birçok şiirini kabul etmez.
"Yararlandığı mistik şiir geleneği, onun ruhunu sakinleştirmekten uzaktır. Ancak bu özelliği, Necip Fazılın şiirinin asıl cazibesini yapar. Sonraları dine yöneldikçe, Necip Fazıl başlangıçtaki bu trajik duyuşunu kaybeder.
"Orhan OKAY, memleketçi şiir ile materyalist ideolojik şiir yanında Necip Fazılın şiiri hakkında şu değerlendirmeyi yapar: "Bu yeni ses işte o sosyal - ideolojik muhtevalı şiire bir reaksiyon gibidir. Şiirde dışa çevrilmiş olan gözler, insanın iç varlığına çekiliyor, yeni ve orijinal tesire bırakan psikolojik bir derinlik kendisini fark ettiriyordu.
"Mistik, metafizik temayüller, yalnızlık, vehimler, sayıklamalarla görülen trajik karakter, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'insaf şiirinden onu uzaklaştırır. Ürpertici hayaller ile uyandırılan korku da şairin trajik cephesini besler. Bu korku ile Egzistansiyalistlerin "angoisse"i arasında bir bağ vardır. Necip . Fazıl'ın 1943 'ten sonraki şiirlerinde dini- mistik temayül artar.
"Bizce şiir mutlak hakikati arama işidir. Eşya ve hadiselerin, bütün mantık yasaklarına rağmen en mahrem, en mahcup, en nazik ve hassas nahiyesini tutarak ve nispetlerini bularak, mutlak hakikati arama işi" diyen Necip Fazıl tıpkı Nazım Hikmet gibi geniş bir tesir alanı bulmuş, bu tesir 1960'lardan sonra "İslami dünya görüşü"ne bağlı olanlar arasında artmıştır.
Şiirlerindeki mistisizm, kapalılık, trajik söyleyiş geleneğe bağlılık, şekil bakımından kusursuzluk, Necip Fazıl'ın şiir tarihimizdeki yerini sağlamlaştırır.
Necip Fazıl, memuriyet görevinden istifa ettikten sonra, dergicilik vasıtasıyla topluma seslenmeye çalışır. Vakit dergisinde yazılar yazar, Ağaç dergisini yönetir. Büyük Doğu dergisini çıkarır. Bu dergiler fikir dünyasına toplumsal bir hareketlilik getirir. İşlenmesi ve anlatılması zor ve yasak olan yazı ve düşünceleri kaleme alır.
Necip Fazıl,siyasi yönüyle hiç korku ve pervası olmayan bir kişidir. Onunla ancak korkusuz ve pervasızlar işlere girişebilir. Yaşadığı dönemde devamlı kendi etrafında oldukça geniş halk kitlelerini bulur. Necip Fazıl öldükten sonra, kendi döneminde gündemde olan ve ağırlık teşkil eden konular, devir ve şartlar değiştiği için gündemdeki yerini kaybeder.
Türk edebiyatı, Türkçe'yi kullanma, akıcılık, dolgunluk ve anlam yoğunluğu bakımından Necip Fazıl'a muhtaçtır. Necip Fazıl da Ahmet Hamdi T ANPINAR gibi Fransız şiir anlayışını benimsemiş, fakat söyleyiş kıymetleriyle birleştirmek suretiyle şiirlerine daha büyük bir hayat kudreti verebilmek sırrına ulaşmıştır.
Necip Fazı!:!9 kendi i_sine göre şiir, iki unsurdan oluşur:
His ve fikir. Şiir bu iki unsurun terkibinden meydana gelir: Ona öre şiirde temel unsur, duygu haline gelmiş düşüncedir. Şiir hiçbir zaman bir tebliğ değildir. Şiir müşahhastan mücerrede doğru giderken duyuruculuk yoluyla manayı telkin ederek neticeye ulaşır.
Necip Fazıl yazdığı şiirlerde şekil ve. sanatı hiçbir zaman ihmal etmez. Şiirin estetik ve fanatik değerler içinde yeni büyük bir sanat gücü ile verilmesini şart koşar. Yine ona öre'. şiirin dış yapısı olan şekil ve kalıp, yan, vezin ve kafiye gibi unsurlarla iç ya ısı o an manasında bir ahenk sağlanması şarttır. Mana şekli aşmalı, ona esir olmamalı.
Necip Fazıl duygularına en uygun hayaller yaratmakta mahir olan bir şairdir. Onun şiirlerinde imajlar bir süs veya kelime oyunu değil, fonksiyonları olan, duyguların mahiyetini ve şiddet derecelerini ifade eden vasıtalardır.
Necip Fazıl'a göre bütün güzel sanatlar gibi şiir de Allah'ı yani mutlak hakikati arama işidir. "Alemin namülenahi kesretinden büyük ve merkezi vahdete ulaşmak şiirin biricik gayesidir." Diyen sanatçının şiire yüklediği fonksiyon da mistik-tasavvufı bir görünümdedir.
Necip Fazıl'ın son dönem şi.irlerinde en çok işlediği tema sonsuzluk, ebediyet ve Allah'tır. Sonsuzluğun ve ebediyetin sırrını çözdüğüne inanan Necip Fazıl'a göre, şairlik cüce işidir. "Büyük sanatkarlık" olarak gördüğü ebediyete kavuşma arzusu da onun biricik gayesi ve "meselesi"dir.
Şiir Kitapları: Kaldırımlar, Ben ve Ötesi Örümcek Ağı, Çile ve Sonsuzluk Kervanı.
ASAF HALET ÇELEBİ (1907-1958)
1907. yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve örta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde yaptı Adliye Meslek Mektebi'ni tamamladıktan sonra Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesinde katip olarak çalışmaya başladı. Osmanlı Bankası ve Denizyolları İdaresinde çalıştı. En son İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Kütüphanesinde memur olarak çalıştı. 1958 yılında öldü.
Şiire gazel ve rubailer yazarak başlayan Asaf Halet Çelebi'nin ilk şiirleri Servet-i Fünftn, Hamle, Sokak gibi dergilerle, Gün gazetesinde yayımlanır. Şiirlerinde mistik, soyut ve egzotik unsurlar hakim olur. Hem tasavvur, hem de mistisizm onun şiirlerinde harmanlanarak, ona özgü şiirlerin ortaya çıkmasını sağlayan iki önemli unsurdur. Asaf Halet Çelebi'nin hemen hemen bütün şiirlerinde tasavvufi ve mistik eğilimler yer alır. Çocukluğunda büyüklerinden sıkça dinlediği masallar, hikayeler, doğu kültürüne ait efsaneler onun hayal dünyasında oldukça derin izler bırakır, bu izler daha sonra şair kimliğine de güçlü bir şekilde etki eder.
Asaf Halet, kendi ruh hallerini anlattığı şiirlerinde dahi, masal ve tasavvuftan yararlanır. Sadece İslam tasavvufu değil, uzak doğu mistisizmi ve diğer ilahi dinlerin mistisizminden de yararlanır. Hayata ironik olarak baktığı şiirlerinde dahi, dinlediği masalların hayal dünyasında oluşturduğu izler görülür.
Asaf Halet Çelebi'ye göre "şiir basmakalıp bir peyzaj, uluorta bir hikaye olmadığı gibi, neyi ifade ettiği belli olmayan bir musiki de
değildir. Fakat şiirde bunlilrın hepsinden birer nebze bulunmak icap eder. Ancak şairin maksadı ne hikaye anlatmak, ne musiki yapmak ne de resim çizmek olmadığı için bunlar ancak dozu kaçırılmadan şiire verilebilir." Yine ona göre "şair şuuraltı ile çok temas etmesi gereken bir insandır.
Asaf Halet şiirde vezin ve kafiyeye önem vermez, şiirde ahengi yakalamak için bunlara başvurmaz, ahengi şiirin kompozisyonunda arar.
Asaf Halet Çelebi, yaşadığı dönem içinde hiçbir şiir akımının etkisi altında kalmadan kendine özgü şiirler yazabilmiş, diğer taraftan da taklit edilmesi oldukça zor bir şairdir. Cumhuriyet döneminde, eski şiiri oldukça iyi bilen bir sanatçı olarak mistik şiirde yenilik gerçekleştirebilen bir sanatçıdır.
"O, ne gelmiş geçmiş tek şairdi ne de şiirleri tartışılmaz metinlerdi. O yer. yer empresyonist ama çoğunlukla realiteyi mistisizmle karıştıran irrealist söyleyişleriyle bir yandan kimi batılı şairlerle yakınlık kurarken diğer yandan da doğulu mutasavvıf
şairlerden beslenmeyi ihmal etmeyen bir yenilikçi şairdi. Bu yönüyle Asaf Halet, birçok sanatçının geçmişinden ve doğu kültüründen kopuk bir kültürle yetişmeyi yeğlediği bir dönemde yetişmiş olmasına rağmen farklı bir kişiliğe sahiptir.
Asaf Halet Çelebi'nin başlıca şiir kitapları şunlardır: He(l942), Lamelif (1945), Om Mani Padme Hum (1953).
ÖZ ŞİİR ANLAYIŞI
Cumhuriyet döneminde 1930'lu yıllara kadar memleketçi edebiyat anlayışı edebiyat ve sanat hayatında etkili olmuştur. 1930'lu yıllara doğru memleketçi edebiyata karşı sanatı ön plana alan kıpırdamalar görünmeye başlar. Bu hareketlerin ilki Öz şiiri benimseyen sanatçılardır.
"Didaktik şiir anlayışının şiirle bir ilgisi yoktur. Bundan dolayıdır ki, ilk yılların heyecanı bitince, şairler de haklı olarak "beylik edebiyatı" diye nitelendirmeye başladıkları ve birçok kötü şairin elinde tekerlemeler halini alan, memleketi anlatan şiirlerden bıkmış, yeni yollar aramaya başlamışlardır. Batıda savaş sonrası yeni akımlar çıkmıştır. Ancak Batı savaştan çıkmış ve her şeye inancını kaybetmiş bir halde iken Dadaizm akımı orada, . inkarcılığının bütün tesirlerini yaşatmıştı. Halbuki bu tarihlerde Türkiye' de yepyeni bir yaşayış ve inanç vardı. Yeni bir yaşama mücadelesine başlarken, eski kötümser şairler bile tavır değiştirmişlerdir. Bundan dolayı ne Dadaizm ne de ondan türeyen yeni akımlar bizde yankı uyandırdı. Şairlerimiz bu akımları, akımların hızı geçtikten sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın eşiğinde yakaladılar.,,63 .
Türkiye’de Cumhuriyet döneminde "sanat sanat içindir" deyip öz şiir anlayışını benimseyen ilk grup YEDİ MEŞALECİLERDİR. Şiirlerini Yedi Meşale adlı bir kitapta toplayan Muammer Lutfi, Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret, Ziya Osman Saba ve Kenan Hulusi Korayadlı gençlerin oluşturduğu bir harekettir. Bunlar eserlerini Meşale adlı bir dergide yayınlıyor ve bunlara Ahmet Haşim de yazılar gönderiyordu. Bu grup artık Ayşe, Fatma edebiyatından bıktıklarını ilan ediyor ve ne olduğu çok da açık seçik belirtilmeyen ancak Servet/-i Fünun ve Fecr-i Ati şiir anlayışlarına yakın duran ve bunların devamı olduğunu gösteren şiirler yazıyorlardı.
Bunlara göre şiir hiçbir fikir ve ideolojinin hizmetinde kullanılamaz Gerçek şiir, sanat için yazılan, samimi ve yenilik dolu olan şiirdir.
Yedi Meşale'nin Mukaddimesi "Bu eser size her türlü müşkilata rağmen yalnız sanat aşkıyla çalışan birkaç gencin bir senelik edebi mahsülünü takdim ediyor" diye başlar.
Mukaddimede gençler kendilerinin de zamanla önemsiz kalacaklarını, buna rağmen taklitçi edebiyattan kurtulmak için vazifeye atıldıklarını belirtirler. Sanat anlayışlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz: Dünün mızmız ve soluk hisleri ve Ayşe Fatma terennümleri terk edilecek. -Yalnız duygular ifade edilecek. -Şiirin konu ve temaları genişletilecek. -Yıllardır değiştire değiştire, verilen fikir ve konulardan vazgeçilecek. -Şiirde canlılık samimiyet ve yenilik esas olacak. -Gerçek bir sanat eseri meydana getirmek için şiirlerde sanat ve inceliğe dikkat edilecektir.
"Bu önsöz, edebi bir tatminsizlik ve mevcut edebiyattan bıkış ile edebiyatın bozulduğu bittiği hakkında, hemen her devirde söylenegelen sözlere bir tepkiden ibarettir. Bu ifadelerin çoğu Abdülhak Hamid ve Recaizade Mahmut Ekrem'in şiirin hiçbir şekilde sınırlandırılmayacağını anlatan yazı ve şiirlerini andırır.,,64
Bu şairler Türk edebiyatından Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şairleri Avrupa edebiyatından da Parnas akımın etkisinde kalmışlardır. Bu hareket fazla uzun sürmez. Yedi Meşale'yi çıkaran gençlerin çoğunda şiir faaliyeti bir gençlik hevesi olarak kalır.
24 Eylül 2012 Pazartesi
Günlükler belge niteliği taşiyabilir mi?
İnsanlari günlük tutmaya iten nedenler nelerdir?
İnsanlari günlük tutmaya iten nedenler nelerdir?www.sinavvar.net
Bana göre günlük tutmak, bir insanın zamana düştüğü bir not niteliği taşır. Bu şekilde yaşanan acılar, mutluluklar her zaman taze kalır ve insan istediği zaman bu günlükleri okuyarak, yaşamını süzgeçten geçirir. Hayatı daha anlamlı kılmanın yollarından biridir diyebiliriz.
Bana göre günlük tutmak, bir insanın zamana düştüğü bir not niteliği taşır. Bu şekilde yaşanan acılar, mutluluklar her zaman taze kalır ve insan istediği zaman bu günlükleri okuyarak, yaşamını süzgeçten geçirir. Hayatı daha anlamlı kılmanın yollarından biridir diyebiliriz.
İlhan Berk'in hayati ve edebi kişiliği hakkinda bilgi
İlhan Berk'in hayati ve edebi kişiliği hakkinda bilgi www.sinavvar.net
Şâir. Manisa’da doğdu. Balıkesir Necati Bey llköğretmen Okulu ve Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca BÖlümü’nü bitirdi (1945). Espiye’de iki yıl ilkokul öğretmenliği, Zonguldak, Samsun ve Kırşehir’de ortaokul Fransızca öğretmenliği yaptı (1945-1955). Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü Yayın Bürosu mütercimliğinden kendi isteği ile emekliye ayrıldı “(1970); Bodrum’a yerleşti.
Günümüzün usta ve beğenilen şairlerindendir, şiire 19 yaşında iken Manisa Halkevi dergisinde yazarak başfadı (1935). İlk kitabını da bu dergi yayımladı. Sonra Varlık, Servet-i Fünun, Yeni Adam, Ses, Yığın, Yeryüzü, Kaynak, Yeditepe, Yeni Dergi gibi dergilerde şiirlerini yayımladı. Şiirimizde “çok deney yapan, şiirde yeni ses ve yapılar arayan” bir şâirdir. 1960′a kadar yaşadığı çevreyi, halkın gündelik hayâtını ve duygularını anlatan, Orhan Veli’nin manzumelerini andıran şiirler yazdı. Çivi Yazısı’ndaki şiirleriyle birlikte sanatında yeni bir dönem görülür. Bu dönemde şiiri nesre yaklaştırır; çağrışıma dayalı, muhteva ve şekil yönünden kendine has, yer yer anlaşılmaz, kapalı hayâllerle dolu ferdiyetçi şiirler yazar. Bu şiirlerde genellikle aşk, cinsî bunalım, ruhî sarsıntılar dile getirilir. Fransız şiiri ile Batı ve Yunan kültürü, şiirlerinin en önemli kaynaklarındandır. Şiirimizde “İkinci Yeni” denilen görüşün temsilcilerinden-dir. Şiir hakkında yazdığı yazı ve konferansları ile de tanınır.
Günümüzün usta ve beğenilen şairlerindendir, şiire 19 yaşında iken Manisa Halkevi dergisinde yazarak başfadı (1935). İlk kitabını da bu dergi yayımladı. Sonra Varlık, Servet-i Fünun, Yeni Adam, Ses, Yığın, Yeryüzü, Kaynak, Yeditepe, Yeni Dergi gibi dergilerde şiirlerini yayımladı. Şiirimizde “çok deney yapan, şiirde yeni ses ve yapılar arayan” bir şâirdir. 1960′a kadar yaşadığı çevreyi, halkın gündelik hayâtını ve duygularını anlatan, Orhan Veli’nin manzumelerini andıran şiirler yazdı. Çivi Yazısı’ndaki şiirleriyle birlikte sanatında yeni bir dönem görülür. Bu dönemde şiiri nesre yaklaştırır; çağrışıma dayalı, muhteva ve şekil yönünden kendine has, yer yer anlaşılmaz, kapalı hayâllerle dolu ferdiyetçi şiirler yazar. Bu şiirlerde genellikle aşk, cinsî bunalım, ruhî sarsıntılar dile getirilir. Fransız şiiri ile Batı ve Yunan kültürü, şiirlerinin en önemli kaynaklarındandır. Şiirimizde “İkinci Yeni” denilen görüşün temsilcilerinden-dir. Şiir hakkında yazdığı yazı ve konferansları ile de tanınır.
Şiir kitapları:
1. Güneşi Yakanların Selâmı (1935), 2. İstanbul (1947), 3. Günaydın Yeryüzü (1952), 4. Türkiye Şarkısı (1957), 5. Köroğlu (1955), 6. Gaile Denizi (1958), 7. Çivi Yazısı (1960), 8. Otağ (1961), 9. Mısırkafyoniğne (1962), 10. Âşıkane (1968), 11. Şenliknâme (1972), 12. Taşbaskısı (1975), 13. Atlas {1976, TRT 1978, Şiir Başarı Mükâfatı aldı), 14. Kül (1979), 15. İstanbul Kitabı (1980), 16, Kitaplar Kitabı (1981, seçme şiirler), 17. Deniz Eskisi (1982).
Antolojileri:
1. Beyit-Mısra Antolojisi (1960), 2. Aşk Elçisi (Aşk şiirleri, 1965), 3. Arthur Rimbaud’nun Seçme Şiirleri (1962), 4. Dünyâ Edebiyatında Aşk Şiiri (1968), 5. Dünyâ Şiiri (1969), 6. illuminati-ons (Rimbaud’dan yaptığı şiir tercümeleri, 1971). Diğer eserleri: 1. Şifalı Otlar Kitabı (1980), 2. Bir Uzun Adam (1982). [Bu iki eser yazarın otobiyografisidir
Tanzimat edebiyatiyla birlikte türk edebiyatina giren yeni edebi türler nelerdir?
Tanzimat edebiyatiyla birlikte türk edebiyatina giren yeni edebi türler nelerdir?
Tanzimat Edebiyatında Edebi Gelişmeler
Tanzimat edebiyatında en önemli yenilik, nesirde, anlatım kuruluşunda görülür. Bu akımda söz hüneri göstermek değil, bazı düşünceleri halka yaymak amaçlandığından, “seci” ler atılmış, asıl düşünce ile ilgisi bulunmayan doldurma sözlere yer verilmemiş, düşünceler sayfalarca süren uzun cümleler yerine kısa cümlelerle anlatılmaya çalışılmıştır.
İlk zamanlarda Ziya Paşa, Namık Kemal başta olmak üzere bu akımın öncülüğünü yapanedebiyatçılar Divan Edebiyatı nazım biçimlerinin dışına pek çıkılmamış, yeni düşünceler eski biçimler içinde söylenmiş olsalar da sonraları eski biçimler tamamen bırakılarak yeni biçimler kullanılmaya başlanmıştır. Recai-zâde Mahmut Ekrem, özellikle Abdülhak Hamit in eserlerinde bu açıkça görülmektedir. Türk Edebiyatı’na yeni giren yazı türleri önceleri Fransızca’dan yapılan manzum çevirilerde görülmüş, telif şiirlerde çok sonra kullanılmıştır. Beyitlerin başlı başına birer bütün olmasıyla yetinilmeyip, bütün mısralar aralarında bir anlam bağı bulunmasına, Divan şiiri’ndeki “parça güzelliği” anlayışı yerine şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce etrafında gelişmesine; yani konu birliğine ve bütün güzelliğine önem verilmiştir.
Şiirin konusu genişletilmiş, günlük hayatla ilgili her türlü olay, duygu ve düşünce şiirlerde yer almıştır. Genel olarak aruz vezni kullanılmakla birlikte, Türk‘lerin öz vezninin hecevezni olduğu kabul edilmiş, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Cevdet Paşa başta olmak üzere bu vezinle yazmaya özen gösterilmiş fakat bu istek geniş bir akım halini alamamış, girişilen birkaç şiir denemesi ile yetinilmiştir. www.sinavvar.net
Şiir
Tanzimat edebiyatı sanatçıları her şeyden önce şiirin konusunu ve anlatımını değiştirdiler.Namık Kemal Lisan-i Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazalar” isimli eserinde uzun makalesinde şiirin,fikrin gelişmesine ve halkın eğitilmesine olan büyük hizmetinden söz eder.Divan edebiyatının gerçekle ilgisizliğine,yapmacıklığına,boşluğuna şiddetle hücum eden Namık Kemal,edebiyatın yeniden düzenlenmesini ister.Bunun içinde her şeyden önce yeni biranlatım yolu,yeni bir dil bulunmasını gerekli görür.Dilin bir an önce konuşma diline yaklaştırılması gerekliliğini savunur.Buna rağmen Tanzimat şiirinin dilinin sade olduğunu söylemek zordur.
Tanzimat edebiyatı sanatçıları her şeyden önce şiirin konusunu ve anlatımını değiştirdiler.Namık Kemal Lisan-i Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazalar” isimli eserinde uzun makalesinde şiirin,fikrin gelişmesine ve halkın eğitilmesine olan büyük hizmetinden söz eder.Divan edebiyatının gerçekle ilgisizliğine,yapmacıklığına,boşluğuna şiddetle hücum eden Namık Kemal,edebiyatın yeniden düzenlenmesini ister.Bunun içinde her şeyden önce yeni biranlatım yolu,yeni bir dil bulunmasını gerekli görür.Dilin bir an önce konuşma diline yaklaştırılması gerekliliğini savunur.Buna rağmen Tanzimat şiirinin dilinin sade olduğunu söylemek zordur.
Tanzimat şirinin Divan şiirine bağlı kaldığı unsurlar daha çok biçim alanındadır.Bu dönemde hece veznine olan ilgi biraz artmışsa da aruz eski hakimiyetini sürdürmüştür.Divan şiirinin nazım şekilleri aynen kullanılmıştır.
Şiirin konusu değişmiş,aşk,hasret,ayrılık gibi kişisel konular bir yana bırakılmış,eşitlik,özgürlük,adalet,hukuk gibi toplumsal konulara önem verilmişitir.Ancak bu daha çok I.Tanzimatçılar denen Şinasi,Ziya Paşa,Namık Kemal gibi sanatçılarda görülür.II.Tanzimatçılar denen Recaizade Mahmut Ekrem,Abdulhak Hamit,Sezai’de ise kişisel konular yeniden ele alınmıştır.
Tiyatro
Tanzimat dönemine gelinceye kadar edebiyatımızda Batılı anlamda sahne tiyatrosu görülmez.Ancak halk arasında Karagöz ile Hacivat,ortaoyunu,meddah gibi seyirlik oyunlar vardır.
Tanzimat dönemine gelinceye kadar edebiyatımızda Batılı anlamda sahne tiyatrosu görülmez.Ancak halk arasında Karagöz ile Hacivat,ortaoyunu,meddah gibi seyirlik oyunlar vardır.
* Karagöz bir kukla oyunudur.Değişik söz oyunlarıyla yanlış anlaşılan sözlerle güldürü unsuru sağlanır.Eğlendirme amacı taşır.Karagöz adlı cahil biriyle Hacivat adlı bilgili geçinen biri arasındaki atışmalarla sürer gider.
* Ortaoyunu ise şehir meydanlarında ya da kendileri için hazırlanan yerlerde Pişekar,Kavuklu,Zenne gibi sabit tiplerle oynanan güldürü amaçlı seyirlik oyundur.
* Meddah tek kişilik bir oyundur.Yüksekçe bir yere çıkan meddah,değişik şivelerle konuşarak anlattığı bir olayla güldürü oluşturur.
Bu oyunlar belli bir metne dayanmayan,oyuncuların oyun esnasında konuşmalarıyla oluşan oyunlardır.Eğitici bir amaç taşımaz.Tanzimat tiyatrosu ile bir okul sayılmış,halkın eğitilmesinde bir araç sayılmıştır.Bunlarda sosyal eğitim önplandadır.Toplumda görülen aksaklıklara doğrudan doğruya dokunmak veya tarihin ibret verici olaylarını ele alıp onlardan ahlaki sonuçlar çıkarmak amaçlanmıştır.Tanzimat tiyatrosundadil ve üslup konuşma diline ve üslubuna çok yaklaşmıştır.Fakat ikinci dönem Tanzimatçılarda bilhassa Hamit’in eserlerinde doğallığını gittikçe kaybetmiş,süslü,yapmacıklı bir hale gelmiştir.
Tanzimat döneminin yayınlanan ilk tiyatro eseri Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı tek perdelik komedisidir.Tiyatro alanında eğitici eserler ise Namık Kemal tarafından verilmiştir.
Roman ve Hikaye
Tanzimat dönemi öncesi Türk Edebiyatı’nda hikaye ve roman türleri yoktu.Nesir alanında daha çok tarih,siyasetname gibi türler verilmiş,olay kaynaklı tür mesneviler kullanılmıştır. Tanzimat nesir alanında bir çığır açmış,onu şiirden daha etkili bir hale getirmiştir.Süsten,özentiden uzak,halkın okuması,bilgilenmesi amacıyla eserler ortaya koyulmuştur. Türk Edebiyatı’nda roman çevirilerle başlamıştır.Bu alanda ilk eser Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon adlı Fransız yazardan çevirdiği Telemak adlı romandır.Bir çok teknik kusurlarla dolu olan bu eserin kahramanlarının yabancı olmasına rağmen büyük ilgi gördü.Konusuyla,kahramanlarıyla ilk Türk romanı ise Şemseddin Sami’nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı bir aşk romanıdır.Bu da bir çok kusurlarla dolu basit birromanndır.Edebi sayılabilecek ilk roman Namık Kemal’in İntibah adlı romanıdır.
Tanzimat dönemi öncesi Türk Edebiyatı’nda hikaye ve roman türleri yoktu.Nesir alanında daha çok tarih,siyasetname gibi türler verilmiş,olay kaynaklı tür mesneviler kullanılmıştır. Tanzimat nesir alanında bir çığır açmış,onu şiirden daha etkili bir hale getirmiştir.Süsten,özentiden uzak,halkın okuması,bilgilenmesi amacıyla eserler ortaya koyulmuştur. Türk Edebiyatı’nda roman çevirilerle başlamıştır.Bu alanda ilk eser Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon adlı Fransız yazardan çevirdiği Telemak adlı romandır.Bir çok teknik kusurlarla dolu olan bu eserin kahramanlarının yabancı olmasına rağmen büyük ilgi gördü.Konusuyla,kahramanlarıyla ilk Türk romanı ise Şemseddin Sami’nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı bir aşk romanıdır.Bu da bir çok kusurlarla dolu basit birromanndır.Edebi sayılabilecek ilk roman Namık Kemal’in İntibah adlı romanıdır.
Hikaye alanında ise yine ilk eserler Tanzimat döneminde verilmiştir.Özellikle Ahmet Mithat halk hikayeleri ile batı tekniğini birleştirdi.Letaf-i Rivayat adlı hikaye serisi ile halkhikayelerini modernleştirmeye çalıştı ve ve bu alandaki ilk batılı eserlerdendir.Ancak modern anlamda ilk hikayecilik Sami paşazade Sezai’nin Küçük Şeyler adlı eseriyle başlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)